Sık ağaçlı bir ormanın içinde, ıssız bir kumsalın kenarında veya dağın başındaki bir düzlükte… Kamp yapmak bana hep heyecan uyandırmıştır. Ne var ki bu yaşıma kadar bunu hiç deneyimlememiştim. Ali ve ben bir süredir kendimize güzel bir çadır alıp kamp hayatına giriş için ilk adımları atmak istiyorduk. Youtube videoları izleyip, kamp ipuçları blogları okumaktan gına gelmişken sonunda yakın arkadaşlarımız Seval ve Tuna ile ilk kampımızı planladık. Çadır ve uyku tulumları alındı. Sırt çantası hazırlandı ve bir bilinmeze doğru yola çıkıldı. İstikamet; Sülüklü Göl’dü.
İstanbul – Sülüklü Göl arası mesafe yaklaşık 210 km. Yol 3,5 saate yakın sürdü. Sapanca’yı geçtikten bir süre sonra Milli park sınırlarına girdikten sonra yol zorlaşıyor. Toprak yolda ilerlemek biraz zahmetli. Bu yüzden buraya geleceğiniz aracın yüksek olması avantaj sağlayacaktır.
Kamp alanına erken gelmenin çok önemli olduğu bir yer burası. Çünkü düzlük alan az. Eğer siz de bizim gibi uyurken sağa sola kaymamak için çaba sarfetmek istemiyorsanız olabildiğince erken saatte gelip yerinizi belirleyin. Çadırınızı kurun ve ocağınıza çay suyunu koyun. Burada en önemli şey erken gelip yer ayarlamak.
Biz neredeyse öğleye doğru ulaşabildiğimiz için biraz eğimli bir yerde konakladık. Sabah uyandığımda çadırın orta yerinde uyanmıştım :)) Kampçılar ne demek istediğimi anlarlar. Giderken marketten alışveriş yaptık. Yol üstünde odun satan birçok yer vardı. Bir yerden güzel birkaç parça odun aldık. Çadırımızı kurar kurmaz bir kısmımız çalı çırpı bulmaya ormanın içine ilerledi. Bir kısım atıştırmalık şeyler hazırladı. Kamp işi yalnızken veya iki kişiyken güzel olduğu gibi küçük bir grupla gitmenin avantajları büyük. Özellikle çok ıssız bölgelerde size biraz daha güven veriyor kalabalık olmak. Birde bulunduğunuz alan ayı popülasyonu ile ünlüyse, nerede çokluk orada iyilik diyebiliriz. :)))
Sülüklü Göl ‘de Konaklama
Biz Sülüklü Göl ‘e Nisan ortasında gittik ancak gece sıcaklık 2 dereceye kadar düşmüştü. Elbette daha önce 2 derecede hiç dışarıda uyumadığım için donduğumuzu falan sandım. Bir endişe hatta panik atlattıktan sonra biraz da olsa uyumayı başarabildim. Bununla ilgili youtube videosunu yazının en altına ekliyorum. Eğer ilk veya sonbaharda gelecekseniz yanınızda 2-3 derece konfor derecesi olan bir uyku tulumu bulundurun.
Sabah gölden gelen kurbağa sesleri 5:30 gibi başlıyor. Güne erkenden uyanıp çadırınızı araladığınızda harika bir manzarayla karşılaşıyorsunuz. Çadırdan hemen çıkmadan keyif yapmayı unutmayın.
Sülüklü Göl için son olarak size birkaç önerim var;
Giderken eksiksiz alışveriş yapın, özellikle su için… En yakın bakkal yaklaşık 45 dakika uzaklıkta olabilir.
Odun ayarlamayı unutmayın. Birçok çadır alanının hemen yanında ateş yakmak için yerler var. Ancak geceler oldukça serin olabiliyor. Ateşiniz sönmesin.
Varsa yanınıza olta alabilirsiniz. Gölde balık tutmak serbest.
Tuvaletler facia! Tuvalet yokmuş gibi hazırlığınızı yapın. (tamamen doğal ortam) :)))
1 günden fazla kalmayın.
Yanınızda kireç bulundurun. Çadırın etrafına serperseniz su yılanları veya diğer sürüngenlerden kendinizi koruyabilirsiniz.
Kars’a gitmek için program yaparken tesadüfen akşam haberlerinde rastladım Boğatepe Köyü’ne. Haber olarak değil yanlış anlaşılmasın. Doğu Ekspresi ile ilgili haberin sonunda, haber sunucusu Fatih Portakal ”eğer Kars’a giderseniz Boğatepe Köyü’ne de mutlaka uğrayın” dedi. Sonra baktım ki, ülkemde bir Peynir Müzesi varmış, haberim yokmuş. Hem de ülkenin bir diğer ucu Kars – Ardahan arasında küçük bir köyde!
İnternette birkaç haber okuyup, youtube’da 1-2 video izledim. Boğatepe Köyü Çevre ve Yaşam Derneği Başkanı İlhan Koçulu’nun TED konuşması dışında bilgilendirici çok video yoktu. Kendi gerçek bilgilerimi köye gidip bu müzeyi kuran insanlardan edindim. Temiz, gerçek ve etkileyiciydi.
Yazıya başlamadan ilginizi çekebilecek birkaç yazıyı paylaşayım. Kars Gezi Rehberi ve daha fazla ayrıntı için ilgili yazıyı okuyabilirsiniz. Ayrıca Doğu Ekspresi seyahati ve ipuçlarını da merak ederseniz yazı, burada.
2300 metre yükseklikteki köyün eski ismi Zavot. İsviçreli iş adamı David Moser, Gürcistan’dan İsviçre’ye seyahat ederken dinlenmek için konakladığı bu bölgeyi Alplere benzeterek gravyer yapılabileceğini keşfetmiş. O zamanlar bölgede yaşayan Malakanlar ile peynir üretimine başlamışlar. 1918’de bölgeyi terk eden Malakanlardan sonra köye yerleşen Türkler peynir geleneğini sürdürmüşler. Buradaki özellik, yüksekliğin yanında bölgenin sahip olduğu bitki çeşitliliği. Tam 650 çeşit bitki var. Gravyer, bu bitkilerin çiçeklendiği, yeşillendiği Mayıs Haziran dönemlerinde Zavot ırkı ineklerin bitki ve çiçekleri yemesi sonucunda olan sütten yapılıyor. Yani sadece yılın belli bir döneminde ve bu şartlar altında gravyer oluyor. Yapılışından 6 ay sonra yenebilir duruma geliyor.
TÜRKİYE’NİN İLK EKOLOJİK PEYNİR MÜZESİ
1880 yılında İsviçreli Peynir üreticileri tarafından yapılan mandırayı Peynir Müzesine çeviren Boğatepe Köyü Çevre ve Yaşam Derneği Üyeleri’nden Zümran Ömür bize müzeyi gezdirdi. İçinde peynir yapımının tarihçesi, kullanılan geleneksel malzemeler ve hatta atalarının fotoğraflarının da bulunduğu görsellerle, derneklerinin amaçlarından bahsetti.
Bölgedeki bitki çeşitliliğini değerlendirmeyi kafaya koyan kadınlar köylerine uzman hekimleri davet ederek, bitkilerin doğru toplama, doğru kurutma ve hangi hastalığa şifa olabileceğini öğrenmişler. Tam 35 çeşit şifalı bitkileri var. Kurutma atölyeleri kurarak yağ çıkarmayı ve krem yapmayı öğrenmişler. Bunun yanında iletişim, beslenme kursları ve 1 yıl boyunca Fransızca dersi almışlar. Fransızca öğrendikten sonra tıbbi bitkiler üzerinde araştırma yapan Fransız Temali Derneği ile ortak çalışmalara girişmişler. Derneklerinin amacı var: Kırsaldaki kadının toplumda yer alması, eşinin arkasında değil yanında yer alması ve gelecek nesillere sağlıklı bir yaşam bırakmak.
Boğatepe Köyü Kadınları, yazları evlerinin kiraya veriyorlarmış. Ayrıca mutfaklarını da açarak kaymak, kete, bal ile özenle hazırlanmış kahvaltı sofraları da hazırlıyorlar. Yaptıkları şey Ekolojik Turizm.
Soruyoruz, ”bunca şeyi yaparken, bu müzeyi hayata geçirirken devletten yardım aldınız mı?” ”Hayır” diyor. Duvardaki görselleri bile kendi aralarında para toplayıp yaptırmışlar. Peki bu dünyaya konu olmuş Gravyer Peynirini yurt dışına gönderebiliyor musunuz? Ona da ”hayır” diyor Zümran Abla. ”Neden ama?” ”Çünkü devlet küçük üreticiyi istemiyor” diyor. Ülkenin doğusundaki küçücük bir köyde bunca iş yapılıp, dünyada sadece 3 ülkenin üretebildiği bu peyniri pazarlayamamak hangimizin ayıbı, başarısızlığı bilemiyoruz…
Derneğin toplamda 35i kadın, 15i erkek olmak üzere 50 üyesi var. Ülkenin doğal zenginliklerini faydaya çeviriyor, kadınların ve köyün kalkınmasını sağlıyor ve sürdürülebilir bir üretim yapıyorlar. Ayrıca kurdukları müze, Türkiye’de tek, dünyada ikinciEkolojik Peynir Müzesi.
Son olarak biraz peynir ve bal tadımı yapıyoruz birlikte. Mis gibi süt kokan Malakan, Eski Kaşar ve Gravyeri tadıyoruz. İkram edilen çayımızla biraz da bal… Şifalı otlardan yaptıkları kremlerden alıyoruz sevdiklerimize. Burada istediğiniz miktar peyniri, balı kargo ile evinize gönderebiliyorsunuz. Hemen kendi siparişimizi oluşturuyoruz ayaküstü. Zümran abla, adres yazmam için tükenmez kalemini uzatıyor, bir yandan da ”burada kalemler hep donuyor, önce bir üfle” diyor. :))
GRAVYER HAKKINDA
Gravyer yapılabilmesi için, hayvanın merada otlaması gerekir. Mayıs, Haziran, Temmuz aylarında bölgede yetişen 650 çeşit çiçek ve bitkiyi yer.
Hayvana yem yedirildiğinde Garvyer olmaz.
Zavot ırkı ineklerin sütünden yapılır. Bir doğu anadolu ineğinin sütteki yağ oranı 8 iken gravyer için gerekli olan Zavot ırkı ineklerin yağ oranı 5,5’tur.
Başlangıcından sofraya geliş süresi 6 aydır.
Gravyer bir şifa peyniridir. İçinde uyutulan probiyotik, ağız florasına girdiğinde faydalı bakterilerin çoğalmasını sağlar.
Burada da kadının gücü, isterse yapabilecekleri çıkıyor karşımıza. Köyün ekonomisinin büyük bir kısmı bu güçlü kadınlar tarafından döndürülüyor. Onlar, Boğatepe’yi doğunun en yaratıcı köylerinden biri yaptı. Yaza doğru fotoğraftaki Kadın Bakkal’ı da yaşatacaklarmış.
Şehirde kasaptan aldığımız etin hala ne olduğunu bilmeden, ete uygulanan kimyasal işlemlerden haberdar değilken, tarımı köreltmek için çiftçiye bin bir engel çekmişken, çaya, tütüne hatta fındığa bir balta indirmişken, eldeki yerel tohumları getir hibriti götür kampanyalarına girişmişken, köylüyü insana düşman etmişken o güzel küçük üretici; sen için, ben için, bizler ve gelecek için hala uğraş veriyor. Umut varsa, sadece burada kaldı. Küçük üreticiye sahip çıkalım!
Anadolu’nun güzel işler yapan insanlarını, küçük ama muhteşem köylerini, emekle çalışıp bir şeyler üreten küçük işletmeleri keşfetmek ve hepsini tek tek paylaşmak dileğiyle.
Bir doğu ekspresi hayaliyle başladı her şey. Evet, bunu gerçekleştirmeyi popüler olunca başarsak da, sonunda hiç beklemediğimiz şeylerle de karşılaştık. Tabii ki seyahatten bahsetmiyorum. Vardığımız yerde bulduklarımız söz konusu olan. Ankara’dan başlayarak Kars’da son bulan yolculuk Kars’ı yakından tanımamıza ve şok olmamıza sebep oldu. Meğer Kars ne yere bakan yürek yakanmış da bizim haberimiz yokmuş.
(Ayrıca; Kars’a ulaşım için Doğu Ekspresi tercih edecekseniz, bilet bulma ipuçları ve önerilerin olduğu yazıyı okuyabilirsiniz.)
Gelmeden önce biraz araştırmıştım elbette. Şehir önceleri tam 40 yıl Rusların egemenliğindeymiş. Ruslar birçok bina yapmış, hepsi enfes güzelliğe sahip. Rus, Ermeni ve Osmanlı’nın da katkıda bulunduğu farklı mimarideki yapılar şehre kültürel bir zenginlik katmış. Elbette sonradan yapılan çirkin binalar da var ama bunların yanında onları hiç ama hiç görmüyorsunuz. Bu güzel binaların çoğu devlet dairesine veya okula dönüştürülerek bir nevi koruma altına alınmış. Kars Defterdarlık Binası’nın olduğu Ordu Caddesi ve hemen arkasındaki Gazi Ahmet Muhtar Paşa Caddesi, bu yapıları en çok görebileceğiniz caddeler. Bana kalırsa bu sokakları adım adım gezip fotoğraflayın, hele ki mevsim kışsa sokaklarda büyük ihtimalle kar olacaktır. Eğer yeni yağan karın üzerinde kıtır kıtır dolaşırken üşürseniz, hemen yakınlarda nefis tatlılar sunan üçüncü nesil bir kahveci bile var.
KARS’A NE ZAMAN GİDİLİR?
Kars, buz tutmuş sokaklarında yürünmesi, soğuğunda titrenmesi ve beyazlığına hayran kalınması gereken bir şehir. Yani kışın mutlaka görülmeli. Yöresel yemekleri kışa çok daha yakışıyor ayrıca. Çıldır Gölü buz tutuyor ve siz gölün üzerinde dilediğinizce dolaşabiliyorsunuz. Beyaz Kars, o güzelim binalarıyla eski bir filmin içinde gibi hissettiriyor. Elleri ceplerinde, hafifçe öne eğik yürüyen insanlar, siz ne kadar dikkat etseniz de kayıp düşebileceğiniz buz tutmuş sokaklar, içeri girdiğinizde sizi sıcacık ısıtan Atatürk posterleriyle süslenmiş dükkanlar…
Yazın Kars’a gelinmez mi yani? Elbette gelinir. Beyaz Kars’ı bir de yemyeşil görmek için, hayatınızdaki en büyük çiçek tarlalarını görmek için, dünyaya konu olmuş meşhur Kars Gravyeri’nin nasıl yapıldığını izleyebilmek için, Ani Harabeleri’ni İrlandavari yeşilliğiyle görebilmek için gelmeli.
KARS’TA GÖRÜLMESİ GEREKEN YERLER
Kars’da görülecek yerlerin hepsi yürüyerek gezebileceğiniz mesafede. Dolayısıyla genelde bir araca veya toplu taşımaya ihtiyaç duymayacaksınız. İyi bir gezi planı yaptığınızda, hepsini teker teker bir gün içinde gezebilirsiniz. Benim tavsiyem; kuzey batı’da Kars Kalesi’nden başlayarak son durak Fethiye Camii’ne kadar ilerlemeniz. Bu mesafe aralığında görülecek yerleri şöyle sıralayabiliriz;
Kars Kalesi
Katerina Sarayı
Oniki Havari Camii
Hasan El Harakani Camii
Cheltikov Hotel
Defterdarlık Binası
Valilik Binası
Tuncay Güvensoy Evi
İsmet Paşa İlkokulu
Fethiye Camii
(Dilerseniz Kars Müzesi’ni de gezebilirsiniz. Biz vakit darlığından gidemedik.)
ÇILDIR GÖLÜ
Çıldır’a gitmenin en iyi şekli araba kiralamak, öncelikle bunu söyleyeyim. Çünkü eğer turla gidecek olursanız, kesinlikle aynı keyfi almayacaksınız. Çıldır’a sabah erken saatlerde henüz kimsecikler gitmeden hatta belki de karga …. (öyle bir söz vardı bilirsiniz) önce gitmek çok doğru bir hareket olacaktır. Kars merkez ile Çıldır gölü arası ortalama 70 km. Yalnız eğer bizim gibi Ocak- Şubat aylarında gidecekseniz yollar biraz karlı, buzlu olabilir. Korkacak bir şey yok elbet, çünkü kiralık otomobillerin neredeyse hepsinde kış lastiği var. Siz yine de kiralamadan önce sorarsınız. Biz aracımızı Alemdaroğlu‘ndan kiralamıştık. Şehrin dışındaki yerlere hiç sıkıntı yaşamadan böyle gittik. İstediğiniz yerde durup fotoğraf çekebilir ve İzlandavari yol manzarası eşliğinde kendinizden geçebilirsiniz. Yol boyunca her yer göz alabildiğine beyaz. En sık göreceğiniz yol arkadaşlarınız ise tilkiler.
Çıldır’da yapılabilecek şeyler arasında buz tutmuş gölün üzerinde yürümek, koşmak, dans etmek hatta ‘kırılacak mı be acaba’ deyip zıplamak var. Bunların dışında renkli kıyafetleriyle bekleyen faytonlar var. Binip gölün üzerinde yorulmadan dolaşabilirsiniz. Daha ekstrem ne var diye sorarsanız, gölün çok iyi buz tutmuş ve soğuk dönemlerinde jeep ile göl üzerinde araç kullanabilirsiniz. Dikkat edin de gölü orta yerinden çatlatmayın!
Çıldır Gölü’nde balık avlama gibi bir etkinlik de yapabilirsiniz. Bunların çoğu biraz show aslında. Tabii eğer bu işi hakkıyla yapmak, yaşamak istiyorum derseniz balıkçılarla programlayıp birlikte ava çıkabilirsiniz. Elinizde elektrikli testere ile doğru isabetler yapın, kaza çıkmasın. Eminim bu fotoğraflar instagram’da size ayrı bir cazibe katacaktır.
Her yıl düzenlenen Çıldır Gölü Festivali’nde atlı kızak, dörtnal at yarışı, güreş ve atlı cirit gibi geleneksel oyunlar oynanıyor. Gitmeden önce tarihlerini kontrol etmek isteyebilirsiniz.
Gölün kenarındaki müessese Atalay’ın Yeri’nde sarı balık yemeyi ihmal etmeyin. Sıcacık çay, soba ve kedi bedava :))
BOĞATEPE KÖYÜ
Hayatımda gördüğüm en sağlam kadınlardan oluşmuş köy. Öyle işler yapmışlar ki anlatmak yetmez. Bu yüzden bunu başka bir yazıda uzun uzun anlattım. Yazı için tıklayın. Kısaca, Türkiye’de ilk ve tek Eko Peynir Müzesi’ni yapmışlar. Dünyaya konu olmuş Kars Gravyeri bu küçücük köyde yapılıyormuş. Aynı zamanda şifalı bitkilerden yapılan özel kremleri, kurutulmuş şifalı bitkileri ve bal gibi balları da varmış. Eğer peynir alışverişi yapacaksanız, doğrudan üreticiden, yani buradan yapmalısınız. Size el emeği kurdukları müzeyi gezdirip, atalarından gelen yöntemleri ve peynir çeşitlerini anlatacaklardır. Onları güzel güzel dinleyin, çünkü şaşıracağınız çok şey olacak.
SARIKAMIŞ
Kars merkez ile Sarıkamış arası 58 km. Günübirlik gezilebileceği gibi konaklama da yapabilir. Öyle ki kayak tutkunları için buradaki pistlerin çok önemli bir özelliği var. Alpler haricinde kristal karın düştüğü tek bölge. Sabah arabanıza gittiğinizde camların üzerindeki kristal şeklindeki kar taneleri silmek istemeyeceğiniz kadar zarif duruyor. Güneş ışığında her yer pırıl pırıl ışıldıyor. Kar, elinize alıp sıkıştırdığınızda bile birbirine yapışmıyor, kum gibi avucunuzdan akıp gidiyor. Yani bu ne demek oluyor?
Sarıkamış’da kardan adam ya-pıl-maz! :)))
ANİ HARABELERİ
Kars merkezden 42 km uzaklıkta yer alan Ocaklı Köyü’nde yer alan Ani Harabeleri yüzyıllardır farklı kültürlere ev sahipliği yapmış. İpek Yolu’nun üzerinde olması buraya ayrı bir önem katmış. 10. yüzyılda Ermeniler tarafından Anadolu’nun giriş kapısı olarak inşa edilmiş. O dönemde 100.000 kişilik bir nüfusa ulaşarak başkent yapılmış. İçinde kilise, cami ve sinagogların olmasıyla 1001 Kilise şehri de denmiş, 40 Kapılı Şehir de. Bir dönem sonra Selçuklu, Gürcü, Moğol ve Osmanlı egemenliğine geçmiş. Zenginliği 16.yüzyıla kadar korunmuş olsa da bu yüzyılın sonlarında şiddetli depremler yaşanmış. Çoğu bina yıkılıp gitmiş.
Bölgeyi saat yönünde dolaşmak en mantıklı yöntem olacaktır. Ama bizim gibi sabahın yedisinde yollara dökülüp, kar, tipi, soğukta Ani’ye gelecek olursanız çok ayrıntılı gezemeyebilirsiniz. Bence burası için en güzel zaman Mayıs-Haziran-Temmuz ayları. Yeşil, huzurlu, tarihi ve etkileyici.
Kullanılan kırmızı taşlar mimariye ayrı bir özellik katmış, bazısının içini gezebiliyorsunuz. Bir kısmına giriş yasak. Benim en çok etkilendiğim Anadolu’nun ilk camisi olan Ebul Manuçehr Camii’si. Büyük Selçuklu döneminde 1071-1072 yılları arasında yapıldığı söyleniyor. Camii’nin pencereleri hemen önündeki Arpaçay’a ve Ermenistan topraklarına bakıyor. Minarenin aynı zamanda bir gözetleme kulesi olarak da kullanıldığı düşünülüyor.
Arpaçay üzerinde bir ayağı Türkiye, diğer ayağı Ermenistan topraklarında olan ve 900’lü yıllarda yapıldığı tahmin edilen taş köprü bulunuyor. İsmi; İpekyolu Taş Köprüsü. Yıkılmış tabii. Ama köprüden camiiye giden bir patika yol var.
Tüm bölgeyi gezdikten sonra gözlerimi kapatıp şehrin kadınları, çocuklarıyla, evlerden tüten bacalarıyla en canlı dönemini hayal ettim. Bir zamanların o ihtişamlı kenti bana ışık hızında bir zaman yolculuğu yaşattı. Her tarafından tarih fışkıran ülkemiz Ani Harabeleriyle de UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girmeyi başardı.
KONAKLAMA HAKKINDA
Konaklama için en güzel seçeneklerden biri Cheltikov Hotel, diğeri ise Katerina Sarayı. İkisi de şehrin diğer otellerine göre daha yüksek bütçeli ama sizi şımatmaya yetecek kadar da tarihi ve güzel mimariler. Cheltikov Hotel 1874 yılında inşa edilmiş bir Rus Konağı. Uzun süre Opera Binası olarak kullanıldıktan sonra hastane, doğumevi ve son olarak da otel olarak kullanılmış. Katerina Sarayı ise akşamları bahçesinde ateş yakılıp aşık atışmaları olan tarihi bir binada. Eğer bunlar dışında temiz ama daha uygun seçenekler arıyorsanız; Hotel Kafkasya, Kent Ani Hotel ve Sim-Er Hotel tercihiniz olabilir.
KARS’TA NE YENİR?
Kars Kaz Eti’yle ünlü olsa da tadına doyum olmayan başka lezzetleri de var. Bunlar Piti, Hangel, Revan Köfte, Ayran Aşı Çorbası, Erişte Aşı Çorbası gibi sıralanabilir.
Kaz Eti, kemikli veya kemiğinden ayrılmış seçeneğiyle mercimekli bir pilav üzerinde servis ediliyor. Restoranlarda genellikle menü halinde sunuluyor. Çorba, kaz eti, turşu, yoğurt ve genellikle şerbetle beraber iki kişilik menü fiyatı 70 TL. Çoğu kişi bu lezzeti tatmak için sıra bekliyor. Eğer akşam yemeği için önceden rezervasyon yaparsanız rahat edersiniz. Çünkü özellikle bu yöresel yemekleri sunan iki restoran akşamları hiç boş kalmıyor. Bana sorarsanız ben kaz etini gözümde biraz büyüttüm sanırım, beklediğim kadar olmadı. Puanımı şimdi anlatacağım yemek için kullanıyorum.
Piti; en önemli özelliği servis kısmında aslında. Pişirilen nohut ve kuzu iliği özel toprak kabında masanıza getiriliyor. Başka bir tabağın içinde parçalanmış lavaş parçalarının üzerine bu sulu yemek dökülüyor. Altta yemeğin yağı ve suyu ile ıslanmış lavaş parçaları ve lokum kıvamında et. Yemek için yarış yapmamıza sebep oldu diyebilirim. Tarifsiz lezzet dedikleri böyle birşey işte. :)) Fiyatı: 30 TL
Hangel; hengel, hıngal gibi farklı söyleniş tarzları da olan bir çeşit mantı. Ancak etli veya peynirli değil, boş mantı olarak yapılıyor. Açılan hamur baklava gibi kesiliyor, haşlanıyor. Servis edilirken üzerine sarımsaklı yoğurt dökülüyor. Onunda üzerine tereyağı ile kavrulmuş piyazlık soğan ve pulbiberli karışım gezdiriliyor. Bayıla bayıla yiyebileceğiniz lezzetler arasında. Fiyatı: 15 TL
Revan Köfte; dana sırt etinden birçok baharat karışımı ile yoğurularak macun haline getirilerek yapılan portakal büyüklüğünde bir köfte. Yanında patatesle servis ediliyor. Lezzeti yerinde, farklı bir seçim. Fiyatı: 20 TL
Yemekleri kadar çorbalarıyla da ünlü Kars mutfağında 2 çeşit çorba tatma fırsatı bulduk. Ayran Aşı ve Erişte Aşı çorbası. İkisi de yöresel farklı otlarla pişirilmiş. İkisinin de kendine has ve daha önce içtiklerinize benzemeyen tatları var. Sebebi, sadece yörede bulunan otların kullanılması. Mesela Ayran Aşı Çorbası’na manavlarında satılmayan ama köylülerin dağlardan topladığı ”dağ anığı” koyuyorlarmış. Hafif mayhoş tadı oradan geliyormuş. Kesinlikle denemeniz gerekenlerde çorbalar baş sırada. Çorbaların fiyatı ortalama; 7 TL
Reyhan Şerbeti; çok farklı ve güzel kokulu mis gibi bir şerbet. Hanımeli Restoranda deneyebilirsiniz.
Umaç Helvası; bildiğimiz un helvasından farklı olarak kavrulmadan yapılıyor. Malzemeler aynı, yapılışı farklı. Un suyla bulamaç haline getirilip kızgın yağa dökülüyor, pembeleştiriliyor. Başka yerde hazırlanmış şekerli karışımın üzerine dökülerek kıvam buluncaya kadar karıştırılıyor. Biz çok beğenince başka bir şey denemek istemeden her gün sipariş ettik. Yemeğin üzerine, taze demlenmiş çayla çok iyi gidiyor. Fiyatı : 8 TL
Sarı Balık; Çıldır Gölü’nü ziyaret ettiğinizde yenebilecek en güzel şey. Eğer hiç tatlı su balığı yemediyseniz tadı farklı gelebilir. Ön yargı ile yemeğe başlayıp fikirlerimi alt üst eden lezzetti. Menü ile servis ediliyor. Balık, turşu, ezme ve salata menü kişi başı: 40 TL
Kars Gravyeri; bilindiği gibi gravyer Kars’ın medarı iftiharı. Şehirde birçok yerde peynir tadımı yapabilir ve satın alabilirsiniz. Bunun yanında Kars balını da sakın unutmayın.
KARS’TA YEME – İÇME MEKANLARI
Yukarıda bahsettiğim lezzetlerin çoğunu birçok restoranda bulabilirsiniz. Ama işi hakkıyla yapan, kapısında kuyruk olan ve beklemeye değen yerler var.
Hanımeli Restaurant; Dilek Hanım, özenle ve sevgiyle hazırladığı yemekleri misafirlerine sunarken eşi Çetin Bey akordeonuyla kulaklarınızın pasını siliyor. Ayrıca şanslıysanız (genellikle saat 21:00’den sonra) aşık atışmaları oluyor. Size karnınız tok, sırtınız pek bir gece yaşatıyorlar. Servis edilen yöresel yemekler hakkında Dilek hanım detaylı bilgilendirme yapıyor. Misafirlerle özel ilgileniyor. Sakın rezervasyonsuz gitmeyin.
Tel: 0(474) 212 61 31
Kars Kaz Evi; adı üzerinde kaz etini yemeniz gereken restoran. Kaz eti fiyatları birçok yerdeki gibi biraz pahalı. Ayrıca biraz daha turistik bir mekan. Evelik çorbası’nı da burada deneyebilir, aşık atışmalarına denk gelebilirsiniz.
Tel: 0(474) 212 37 13
Tadım Döner; çok önerildi, bir bildikleri var dedik. Kısıtlı zaman yüzünden bizim tatma fırsatımız olmadı. Siz giderseniz deneyin, bizimle de paylaşın. Olur mu?
Atalay’ın Yeri; Çıldır’da yemek yeyip, gölün üzerinde tur atabileceğiniz tek yer. Dışarısı buzdan daha soğuk iken içeride yanan sıcacık tınal sobanın yanında iliklerinize kadar ısınıyorsunuz. Sonra diyorsunuz ki; ”bugünü burada, bu sobanın yanında dışarıdaki bembeyaz gölü izleyerek geçirelim” Siz yemeğinizi bitirip çayınızı yudumlarken kapıdan 2-3 kişi giriyor. Sonra zincirleme bir tur kalabalığı derken o güzelim keyfi bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Bu dediklerimi küpe yapıp erkenden gidin. Benden söylemesi :))
Kılıçoğlu Pastanesi; yine eski bir binada hizmet veren bu pastaneye girip arka tarafa doğru ilerleyince kocaman, güzel dekore edilmiş bir salona çıkıyorsunuz. Salonda sesleriyle şenlendiren 2 şirin kuş bile var. Özenle besliyorlar :)) Eğer rahat bir kahvaltı etmek isterseniz sizi buraya alalım.
Craft Coffee No:74; ”yapıcan buraya bir 3. dalga kahveci, keyfine bakıcan” derken derken yapmışlar ya. Hani İstanbul’dan alıştığımız dip dibe masalarda kendi sohbetinizden çok yandakinin sohbeti ilgi çeker ya.. Her durumu öğrenirsiniz, erkek arkadaşıyla kavga etmiş, sonra bir daha da aramamış onu. Öbürü de iş yeriyle dertli, ayrılacak ama tazminatı var içeride, yedirmeyecek onlara :))) İşte burada yayıla yayıla mis gibi kahvenizi yudumlarken dışarıda yağan kara odaklanıp hülyalara dalabilirsiniz. Giderseniz yardımsever çalışanlardan Zehra’ya benden çok selam iletin.
Birkaç İpucu;
Her gün saat 10:00’da Ani Ören Yerleri’ne giden belediyeye ait otobüsler var. Fiyatı 15 TL. Otelinize sorup, araç kiralamadan işi çözebilirsiniz.
Çıldır Gölü’ne gittiğiniz gün Boğatepe Köyü’ne uğramayı ihmal etmeyin. Yol ters falan değil. Böyle söyleyenlere itibar etmeyin. Fakat sıralamayı önce Çıldır, sonra Boğatepe olarak yaparsanız turlardan kıl payı sıyrılmış olursunuz. Tur şirketleri tersi sıralama ile ilerliyorlar.
Kars ilinde Atatürk için bestelenen bir marş var. 1926’da Atatürk eşi Latife Hanım ile ilk kez Kars’a geldiğinde, Karslılar bu marşla karşılama yapıp Türk bayrağı eşliğinde Kafkas Oyunları oynamışlar. Eminim hayatınızda bir kere bu marşı mırıldanmışsınızdır. Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa…
Geldik bir Kars Gezi Rehberi yazısının sonuna. Sürpriz yumurta, ülkenin çok doğusu, güzeller güzeli, görülmeye değer şehir Kars’ı ihmal etmeyin. İster Doğu Ekspresi deneyimi ile birleştirin, ister uçağa atlayıp doğruca hikayenizin içine dalın. Henüz gezebilecekken mutlaka burayı görün. Bir Yusufcuk Havalandi ile başka özel yerlerde buluşmak üzere..
Doğu Ekspresi, gezgin, keşifci, genç veya yaşlı birçoklarının ara ara aklına getirdiği ama yapmayı hep ertelediği bir deneyim bence. Türkiye’nin bir diğer ucu Kars’a uçuş yapmak 2,5 saatken trenle yol almak tam anlamıyla bir gün yarım saat sürüyor. Kısıtlı zamana sahip bizler genelde hava yolunu tercih etsek de buradaki amaç Kars’a varmaktan çok uzun tren yolculuğunu deneyimlemek oluyor. Ve evet, sende şimdiye kadar aklından bir kere olsun bunu geçirdiysen, durma ve hemen bilet aramaya başla. Çünkü bugünlerde doğu ekspresine bilet bulabilmek oldukça zor.
Yakın arkadaşlarımızın 2 aydır bilet arayıp bulamadığını duyunca şansımızı denemeye karar verdik. Biz şanslı insanlar idik, ilk aradığımız gün 3 ayrı güne bilet bulduk. Sonra ortada bir bilgi yanlışı sezdik. Yanlış bilgi şöyleydi; örneğin 15 Mart için biletler 15 Şubatta açılıyor. Bu yüzden bugünün tarihini baz alarak 1 ay sonraki biletlere bakıyordu herkesler. Oooo.. bunca insan tren için bilet kovalıyorken 1 günün biletleri elbette anında bitiyordu. Kaçırılan şey; iptal edilen bazı rezervasyonların boşluğundan pek kimselerin haberinin olmamasıydı. Ayrıca biletler her zaman 1 ay önceden açılmıyordu. Bunun tam bir kesinliği yok aslında.
Eğer belirli bir tarih şartınız yok ise 10 gün sonraya bilet aratın. Yataklı veya Kuşetli olanlara bakacaksınız unutmayın. Uygun değilse sonraki tarihlere tek tek bakın. Bu sizin en fazla yarım saatinizi alacaktır. (Biz baktığımız tarihten 3 gün sonraya bile bilet bulduk yataklı vagonda)
Eğer bulamazsanız ertesi gün veya başka bir gün aynı şekilde tekrar deneyin. Pes etmeyin 😉
DOĞU EKSPRESİ VAGONLARI
3 tip bilet var. Pulman, Örtülü Kuşetli ve Yataklı.
Pulman: Koltuklarda seyahat edilen bir vagon. Masalı ve masasız olanları var, bilet alırken seçebiliyorsunuz. Fiyatı 47 TL. Uzun bir yol olacağını düşünürsek bu seçeneği doğrudan çıkarmanızı öneririm.
Örtülü Kuşetli: 4 kişilik tekli yataklardan oluşan bir vagon. Karşılıklı altlı üstlü yataklarda hiç tanımadığınız insanlarla birlikte kalabileceğiniz gibi iki tam bilet iki de çocuk satın alarak tamamını kapatabilmeniz de mümkün. İçinde lavabosu yok. Bavulunuzu koyabileceğiniz çok az boşluk var. Eğer 4 arkadaş bu vagonu alırsanız yanınıza az eşya almanızı öneririm.
Yataklı: En değerli bilet :)) Fiyatı tek kişi için 96 TL. Tüm kompartımanı alacaklar için 116 TL. Alt üst 2 yatak, bir lavabo, masa ve bavulunuzu koyabileceğiniz bir alandan oluşan vagon. Trenin en arkasında olup en güzel manzaraya da sahip olanıdır. Tren yol boyunca kıvrıldıkça arka vagondan harika fotoğraflar yakalayabilirsiniz. Dezavantajı yemek vagonuna uzak olmasıdır. Ama siz bunun çaresine bakabilirsiniz bence ;))
DOĞU EKSPRESİ NEREDEN KALKIYOR?
Doğu Ekspresi Ankara’dan başlayarak Kırıkkale, Kayseri, Sivas, Erzincan ve Erzurum’dan geçerek Kars’a varıyor. Ana duraklarda en fazla 5 dakika duruyor. Birçok ara durağı da var ancak buralarda genelde 1-2 dakika durup devam ediyor. Yolculuk, şu an Ankara Garında çalışma olduğu için Ankara’ya 1 saat uzaklıktaki Irmak istasyonundan başlıyor. Bunun için Ankara Garına gidip biletinizi göstererek Irmak istasyonuna giden servis aracına biniyorsunuz. Servis araçları saat 17:00- 18:00 arasında yolcuları toplayıp kalkıyor. Geç kalmamanız yerinde olur. Irmak’dan trenin kalkış saati 19:20
Ankara’ya İstanbul’dan kalkan hızlı trenle 4 saatte ya da uçakla 1 saat 10 dakikada varabilirsiniz. Havaalanından, Gara giden Havaşları kullanarak yaklaşık 40 dakikada tren garına ulaşabilirsiniz. Yani İstanbul’dan Ankara’ya saat 13 yada 14’de giden uçuşlarla rahatlıkla yetişirsiniz.
YATAKLI VAGON
Trenin en arkasındaki vagona yürüdük mü? Vagon numarası genelde 10 ya da 11 gibi bir numaradır. Biletinizde vagon numarası haricinde bir de yatak numarası bulunur. Bizimki 17/18 ‘di. Kompartımanların kapılarında yatak numaraları yazar. Numaranızı bulup odanıza yerleşebilirsiniz. Şanslısınız, size özel bir de lavabonuz var. Tuvaletler ortak, en başta güzel güzel kullanırsanız sonlara doğru daha az sıkıntı çekersiniz. Çünkü ilerleyen saatlerde o tertemiz tuvalet biraz çığrından çıkabiliyor.
Odada 2 kişilik koltuk var. Çok rahat olmasa da endişe etmeyin. Tren kalktıktan ortalama 1 saat içinde görevli gelip yataklarınızı kuruyor. Mis gibi çarşafınızı serip yastık kılıfınızı, battaniyenizi yatmaya hazır ediyor. Biz yol boyunca yataklarımızı açık bıraktık. Yatarak, otururken yayılarak yol almak bu manzaraya keyif katıyor.
Odada iki ayrı yerde priz var. Oda ısısını ayarlayabileceğiniz derece, gece lambası ışığı ve perdeler ayarlanabilir. Mini buzdolabı, raflı küçük bir dolap ve masa mevcut. Temiz havlu ve oda terliği bonus hizmet.
Oda sadece içeriden kilitlenebiliyor. Dışarıdan kilit aramayın. Bu yüzden eğer başka bir vagona geçiş yapacaksanız veya yemek yemek için odanızdan ayrılmanız gerekirse değerli eşyalarınızı yanınıza almanız gerekebilir. Ama bizim gibi yapıp yemeğinizi yanınızda getirirseniz buna gerek kalmayacak. Bu konuda da ısrar ediyorum :))
TRENDE UYUMAK
Sakın ola trende uyumayı, evinizdeki sessiz sakin mışıl mışıl bir uykuyla karıştırmayın. Tamam yataklar rahat (sert yatak), temiz, hafif sallantı belki bir beşik havası veriyor olabilir ama bu da bir yere kadar. Tren yeni olmasına rağmen (2007 model) gece trenin birçok yerinden ufak tefek sesler geliyor. Hele ki çok sıcak oldu biraz hava alalım diye camı aralık bırakırsanız vay halinize. O minicik camdan içeri korkunç ses giriyor. Gece bazı dönüşlerde masanın üzerindeki bardağınız, iyi sabitlemediğiniz bavulunuz sağa sola kayıyor ve siz her an bir şey düşecek ödünüz kopacak diye tedirgin uyuyabiliyorsunuz. Bir de benim gibi aklınıza trende geçen kabus filmlerden sahneler geliyorsa işte orada tamam. Erken uyanamayıp manzarayı kaçırma korkusu da cabası. Siz en iyisi bu kısımdan bir şeyler çıkarıp işinizi sağlama alın. Rahat olun :))
YOLCULUK İÇİN YANIMA NE ALMALIYIM?
Yukarıda da bahsettiğim gibi eğer yataklı vagonda kalacaksanız yanınıza almanızı tavsiye edeceğim bazı şeyler var. Olmasa da olur ama olursa iyi ki diyebileceğiniz şeyler bunlar. Bu yüzden pas geçmeyelim.
Yemek (mesela bir yaprak sarma, mesela bir pırasalı patatesli börek, mesela biraz meyve, kuruyemiş, kek ve alabildiğine aburlar cuburlar :))
Su (Irmak istasyonundan alabilirsiniz. Sırf bir su için trenin yemekhanesine gitmeyin.)
Çay (sallama çayınız bol olsun, yol uzun)
Su ısıtıcı (Ben şu eski tip kahve makinasından götürdüm, işimize yaradı. Bol bol çay yaptık.)
Alkol (yanına bardaklarınızı almayı unutmayın)
Tuvalet kağıdı ya da havlu kağıt. (bize gerekmedi ama her ihtimale karşı)
Kupa ya da bolca karton bardak.
Çöp poşeti. (odada var ama yetmiyor)
İkili priz.
Eğer Ankara kalkışlı trene biniyorsanız, ertesi gün öğlen saatlerinde yemekleriniz tükenmiş ve iyice acıkmaya başlamış olabilirsiniz. Bunun üzerine bir de Kars’da ne yenir nerede yenir araştırmalarına giriştiyseniz Erzurum’a yaklaşırken o cağ kebabı siparişini vermezseniz başınızı camlara vurabilirsiniz. Zaten genelde vagonda bunu bir kişi üstlenir ve size sorar, ”kebap istiyor musunuz?” Eğer ”hayır” diyecek olursanız yüzünüze garip bir şekilde bakabilir. Böyle şeylere mahal vermeyin ve isteyin o kebabı. Gelene kadar biraz soğusa da, trende ayağınıza gelen kebabı yiyorsunuz daha ne? Afiyet olsun :))
Tren görevlisi vaktinde gelip size hatırlatma yapacaktır merak etmeyin. Yol boyunca Erzurum’a ne kadar kaldı diye sorup adamı hasta etmeyin :)) Bu arada yukarıdaki fotoğrafta Ali ve Yusuf Abi. Canımız tren görevlimiz. 29 yıldır trendeymiş. Sizin de aklınızdan 29 yıl trende nasıl çalışılır soruları geçti mi?
Erzurum’da yeterince fazla bekleme yapıyoruz. Dışarı çıkıp birbirimize kar atıp biraz üşüdükten sonra gelen siparişlerle sıcacık odamızda karnımızı doyuruyoruz.
DOĞU EKSPRESİ YOL MANZARALARI
Yolculuğun en keyifli kısmı. Trende tıngır mıngır hafifçe savrula savrula yol alırken kocaman pencereden dışarıda devamlı değişen doğayı izlemek gerçekten aşırı güzel. Yer yer kurak, taşlık.. Yer yer sarı turuncu tonlarında, yer yer bembeyaz manzarayla karşılaşıyorsunuz. Yataklı vagonların en arkada olması fotoğraf çekmek için bir avantaj sağlıyor. Tren çok uzun ve yollar genelde büyük virajlarla ve tünellerle dolu. Dönüşlerde trenin ön kısmını fotoğraflamadan o trenden sakın ineyim demeyin.
Şimdi önemli bir tavsiye; Ankara – Kars arası bilet bulamayanlar Kars – Ankara arası bilet alabilirler. Fakat yol manzarasına önem verenler için Ankara – Kars arası daha iyi seçenekler sunuyor. Ankara’dan binenler gece erken uyumaya çalışıp sabah 7:30’a alarm kurarlarsa en güzel manzaraları kaçırmamış olurlar. Çünkü Sivas istasyonu ile manzaraların boyutu değişiyor ve siz o camın kenarında kim oturacak kavgasına başlayabiliyorsunuz. Endişe etmeyin. Çaresi var. Alttaki yatağa sevgililer yanyana uzanabilir. Yada çaktırmayın, masanın üzerini biraz boşaltıp kendinize yeni bir döşek yapabilirsiniz. Yeterki kavga etmeyin. Yol çok güzel :))
DOĞU EKSPRESİ TAVSİYELERİ
*Mümkünse Ankara – Kars bileti bulun.
*Trenin içi sıcak ama bolca koridora ve duraklarda hava almak için dışarı çıkabileceğiniz için mümkün olduğunca kat kat giyinmeye çalışın. Sıcaksa daha ince kalabilir veya üşüdükçe giyinebilirsiniz.
*Trende internet yok ama telefon genelde çekiyor. Manzara başlamamışken sıkılmamak için yanınıza kitap alın.
*Manzara başladığında arka fonda çalan hafif bir müzik size hiç unutamayacağınız şeyler yaşatacak. Yolculuğa başlamadan bir play list hazırlayın.
*Büyük valiz almayın. Tren çoğunlukla kıvrıla kıvrıla yol alıyor ve elbette ki biraz sallanıyor. Gece siz uyurken valizinizin oradan oraya yalpalanmasını istemiyorsanız önlem alın.
*Çocukla seyahat edenler de vardı. Bunun için olumsuz hiçbir durum yok. Sadece çocuklarınızın koridorda çığlık çığlığa koşturmasını engellemeye çalışın :))
*Restoranda fiyatlar makul, yemekler otobüslerin mola verdiği tesislerdeki gibi. Çok özel şeyler beklemeyin.
Trenin tadını bir kere alınca insan yeni rotalar hesabına başlıyormuş. Dünya’da öyle harika tren yolları var ki ilk fırsatta yeni bir tanesini de hayatıma kazımak istiyorum. Eğer sizin de böyle deneyimleriniz varsa yazının altına yorum olarak paylaşmayı unutmayın. Ve eğer kalbinizde bir tren yolculuğu isteği varsa, artık daha fazla ertelemeyin.
Sadece lüks teknelerin bağlandığı havalı bir liman ilçesi olarak tanıdığımız Göcek, zengin görüntüsünün yanında aslında mütevazi olabiliyormuş. Herşey Kaş’ta yaşadığını sandığımız arkadaşlarımızı arayıp size geliyoruz dememizle başladı. Meğer bir ay olmamış Göcek’e taşınmışlar. J) 2 günlüğüne toplandık gittik. Dönüşümüz 4 günü buldu J) Emre’ye kalsa daha da uzun sürebilirdi, sağolsunlar.
Göcek merkezin hemen bitişiğinde İnlice mevkinde çok şirin bir evleri var. O kadar şirin ki bahçedeki güller kudurmuş, bahçe kapısındaki dut coşmuş, arabayı gölgeleyen asma yeşillenmiş. Zaten başımı nereye çavirsem yeşil dağlar bize bakıyor. Ali Istanbul’dan sonra kaybettiği huzuru buralarda bir yerlerde ucundan yakaladı. :))
Sarsala Koyu
Havaalanından ulaşmak için biraz baya yol gittik :)) Yol’da nefis bir göl bile keşfettik. Arayan buluyor sevgili dostlar, yolu güzel, kendi güzel bir koy. Sanırım yolundan dolayı çoğu kişi teknesiyle geliyor. Teknesi olmayan bizim gibiler ise çok güzel manzaralar yakalıyor :)) Sezon elbette daha açılmamış ama biz kurtluyuz. Kimse henüz gelmeden, biz gelip, göreceğiz :))
Sarıgerme
Sırada çok genişçe bir alanı ve plajı olan başka bir yer var. Duşları, tuvaletleri, büfesi ve oturma alanlarıyla diğer plaja göre daha büyük ve kalabalık olabilecek bir yer. Ama ben çok büyük plajları sevmiyorum.
İnlice Plajı
Bizim çiftin evlerinden yürüye yürüye gittiği plajda sıra. Yolunda çiçekler arasında inekler otluyor. Kıvrıla kıvrıla bir su akıyor. Suyun kenarından yürüye yürüye denize varıyorsun. Yine dağların içinde bir plaj. Oh be :))
Göcek Merkez
Macro Centre olmasına hayran kaldım. Lakin bizim evden bir macro center’a ulaşmak için bir saat yol gidiyorum 🙂 Butikleri, marketleri, restoranları, denizin hemen kıyısındaki mekanları ile minicik, içi dolu fıçıcık bu Göcek :))
Gemiler Koyu
Girişi ücretli ve yine nefis bir koy. Aynı zamanda da bir kamp alanı. Tuvalet ve duşları temiz. Deniz ve manzara güzel. Patates kızartması ev patatesi. Seve seve yine geleceğim bir koy.
Azmak Çayı – Halil’in Yeri
Deniz ürünleri ağırlıklı bir restoran. Yoğurtlu mezeleri enfes. Biber, patlıcan, patates kızartması sıcacık tazecik kızartılmış üstüne yoğurt dökülmüş servis edildi. Deniz ürünlü special bir böreği var. Neden börek istedik ki diyen Ali’yi kendinden geçirdi :)) Beni de. Öğlen vakti Azmak Çayı kenarında ördekleri izlerken mis gibi doyup kalktık.
Ula’da Yoga
Ula’da aile ziyareti yaptıktan sonra Dalaman Havaalanına dönüşte bakmaya doyulmaz manzaralarda ilerlerken dayanamadım. Arabayı kenara çekip yere bir bez serdikten sonra huzurun içine düştüm.
Fethiye’nin ilçelerinden biri Kayaköy. Eskiden içinde yaşayan mutlu insanları olsa da uzun yıllar önce terkedilmiş. Terkedilme sebebi aslında çok üzücü. Burası günümüzde bir sit alanı, korumaya alınmış ama hiçbir düzenleme bakım da yapılmamış. Devlet sadece köy girişine bir kulübe koymuş ve kişi başı ücret almaya başlamış. Görevliye verdiğimiz bu giriş ücretiyle buraya nasıl katkı yapıldığını sorduğumuzdaysa şimdiye kadar herhangi bir şey yapılmadı cevabıyla hayal kırıklığına ilk girişi yapıyoruz.
Kayaköy’ün geçmişi beş bin yıla kadar uzanıyor. Evlerde rum mimarisi göze çarpıyor. Büyük bir yamaca dizilmiş taş binaların her birinde kendi ekmek fırını ve sarnıcı var. Evler birbiriyle dip dibe ama hiçbiri diğerinin manzarasını engellemiyor. Hepsi güneşi görecek şekilde dizilmiş. Yüzleri güneşe bakan ay çiçekleri gibi. Kapladığı alan azımsanmayacak kadar büyük. Yaklaşık 3500 ev, okul, şapel, hastene, 2 tane de kilisesi var. İlgimi çeken; kiliselerin hiçbirinin çatısına bir şey olmamış. Sapasağlam duruyor.
Kayaköy ‘ün Hikayesi Nedir?
Kayaköy bir mübadele eseri. Kurtuluş savaşından hemen sonra Yunan ve Türk hükümetleri aralarında anlaşma yapmış. Batı Trakya’da bulunan Türkleri buraya, burada yaşayan Rumları ise Batı Trakya’ya yerleştirilmiş. Burada yaşayan rumlar geçimlerini zanaatla ve bağcılıkla sağlarken türkler tarımla uğraşıyorlarmış. Yerleştirilmeden sonra türkler böyle engebeli bir arazide tarım yapamamış. Zaten yerlerinden yurtlarından olan halk bu duruma bir yıl katlandıktan sonra evlerini terkedip daha düzlük arazilere Manisa ve civarlarına yerleşmiş. Rumlar ve Türkler tarafından terkedilen köy zamanla fiziksel şartlara dayanamayıp yıkık dökük bir hal almış. Bu yüzden çoğu kimse buraya hayalet köy diyor.
Öyle sessiz ki içinde gezerken kendi sesinizden utanıyorsunuz. Pencere ve kapısıyla görebileceğiniz sağlamlıkta tek bir ev kalmış, kilisenin yanında. İçinde yaşayanların iki fotoğrafı da var. Pencereler ve kapıların açılıp kapanma sistemi oldukça ilkel. Ama yaptıkları ahşap yük dolapları çok zarif ve güzel. Ziyaterçisi halen çok az. Böylesi özel bir yerin daha iyi tanıtılması ve düzenlenmesi gerekli. Hatta bana kalsa, belli koşullarla restorasyon çalışmaları yapıp, bölge halkına verilerek yaşanacak bir köye bile dönüştürülebilir. Yaşayan ve hatıraları çok olan, güne bakan evler artık hayalet olmaktan arınır.
Kayaköy, Göcek ve Ula’yı içine alan gezinin videosu youtube sayfasında var. Türk-Yunan Dostluk Derneğinin, ”Barış ve Dostluk Köyü” olarak ilan ettiği yer Türkiye’de mutlaka görülmesi gerekenler listesinde.
Ali; yediği yemeklerin tabakta kalan izlerine bakarken ”çok pişmanım” der ve o buz gibi ayranından bir kaşık daha yudumlar… :)
Gaziantep ‘te İmam Çağdaş dediğinizde akan sular duruyor. Tek bir şubesi var o da hıncahınç dolu. İlk başta bir tatlı reyonu var,şerbetlerin berraklığı sizi sizden alıyor 🙂 Menüde ne yiyeceğimizi şaşırıp birkaç bir şeyden az az sipariş ediyoruz. Yanında mis gibi ayran geliyor.
Gaziantep havaalanından kiralağımız bir Ford Focus ile Halfeti’ye doğru yola çıkıyoruz. Hava inanılmaz sıcak ve navigasyonumuz yok 🙂 Bu sayede kendimizi ŞanlıUrfa sınırına yakın biryerlerde kaybediyoruz,ta ki bir Jandarma Bey bizi durdurana kadar. Halfeti’ye gitmek istiyoruz deyince,çekim için mi geldiniz dedi? Karagül dizisi halen orada çekiliyordu. Gülümseyerek ”malesef” dedik.
Tarih Dolu Halfeti
Halfeti; inanılmaz güzellikte, bir o kadar da buruktu. Eski Halfeti’de artık yerleşim yok. Ama burada çay içmenizi sağlayacak küçük bir işletme var. Hatta size köy usulü bir kahvaltı hazırlıyorlar çift omletli,çok demli çaylı. Eski Halfeti’de yaşayan herkes Yeni Halfeti’ye taşınmış ve burası ölü bir köy haline gelmiş. Sırayla parketmiş teknelerin birine binip gezebiliyorsunuz. Tekne gezisi sırasında sular altında kalmış 3 katlı okulun çatısını hala görebiliyorsunuz. Belki elinizi suya batırıp çatıya dokunursanız okulun eski zamanlardaki çocuk seslerini işitebilecek gibi hissediyorsunuz.
Halfetideki eski köprü, fotoğrafçıların buradaki uğrak yeri olmayı hakediyor, bu asma köprüden yürümek (hatta sallanmak) çok keyifli. Köprünün bir ucundan diğer ucuna yürürken boş an için sabah çok erken saatte gelmek gerek.
Zeugma Müzesi
Gaziantep ‘de dünyaca tanınan ve övgüyü hakeden Zeugma Müzesi görülmesi gereken en önemli yer. Burası dünyadaki en büyük mozaik müzesi olma özelliğine sahip. En popüleri ortadan ikiye ayrılmış kabarık saçları ve hüzünlü bakışlarıyla Çingene Kız Mozaiği. Yapan sanatçı, gözlerinde farklı bir teknik kullanmış ve bu mozaiye bir ruh, bir duruş katmış. Hangi açıda durursanız durun, çingene kızın gözleri sanki sizi izliyor gibi görünüyor.
Siz siz olun Gaziantep’e gitmek için beklemeyin. Bu şehirde sizi bekleyen Çingene Kız’a doğru koşun.