Hayattaki en istediğim şeylerden biriydi gerçek ve aktif bir yanardağın yakınında olabilmek. Onu doyasıya izlemek. Deniz mi dağ manzarası mı sorusunu hep sorarım insanlara. Amacım elbette bir istatistik toplamak değil ama kendi seçimimi sorgulamak aslında. Bunun cevabı her zaman dağ manzarası benim için. O dağ bir de volkansa… Ahh.. Nedense bir volkanın fizyolojik olarak olduğu kadar maneviyatıyla da canlı olduğunu düşünürüm. Orada ve bizi seyrediyor. Yıllarca, yüzyıllarca. Sonra bir gün, yaşama devam edebilmek, yaşamı devam ettirebilmek için kusması gerekiyor. İçinde biriktirdiği tüm öfkeyi, sevgiyi, susmayı, kabullenmeyi çılgınlar gibi saçması.
Bir Baliliye ”Tanrılar nerede yaşıyor?” diye sorsanız. Verecekleri cevap açıktır. Agung’un onları kötü güçlerden ve ruhlardan koruduğuna inanıyorlar. Bu mistik yanardağ öyle büyük ki çoğu kez konisinde bulutlar oluyor ve heybeti şaşkınlık uyandırıyor. Bu dağın sanılandan daha fazla güçleri var. Mesela iklimi öyle bir etkilerki, Bali’nin doğu kısmına diğer yarısından çok daha fazla yağmur yağdırır. Bu da bitki örtüsünü etkiler. Evvel zamanda Agung’a dünyanın en iyi gün doğumunu karşılamak için tırmananlar üstün bir güç harcamışlar. Bugün ona ulaşmak artık yasak olsa da eteğinde bile inanılmaz gücüyle şaşıracaksın. Yeterince doğru bir kalple bakarsan gökyüzünün ardındaki Tanrıları görebilirsin.
Karangasem Bölgesi Hakkında
Karangasem doğu Bali’de sekiz ilçesi olan bir bölge. Dağlar, güzel plajlar, pirinç tarlaları ve yağmur ormanlarıyla olağanüstü bir doğal manzaraya sahip. Agung ona kişilik ve iklim sağlayan en büyük etken. Bali’de Canggu ve Ubud’un karmaşasında kalmak istemeyip adanın tüm enerjisini daha da çok hissetmek isteyen herkesi Karangasem bölgesine davet ediyorum.
Karangasem’e Nasıl Gidilir?
Karangasem Bölgesi çok geniş bir alana yayıldığı için ilçeler arası biraz farklılık olacağından net bir zaman söylemek zor. Ama kabaca Bali havalimanından ortalama 2 saatte bölgeye ulaşırsınız. Ulaşım için en sevdiğimiz yöntem, Bali’nin diğer bölgelerinde kullanmaktan geri kalmadığımız Gojek uygulaması. Bunun için sabit bir Endonezya hattınızın olması gerekiyor. Bu hattı uygulamaya tanımladığınızda Gojek ile odanıza pizza bile söyleyebiliyorsunuz. Hem taksi, hem motor çağırabilir hem de ihtiyaçlarınızı motor kurye ile satın alabilirsiniz. İşte Karangasem’e de Gojek uygulamasından çağırdığınız bir araçla en az yarı fiyatına ulaşabilirsiniz.
Karangasem’de Konaklama
Oteller Bali’nin daha turistik bölgelerine kıyasla daha uygun fiyatlılar. Kesinlikle çok daha sakin ve güzel konaklama seçenekleri bulunabilir. Burada görmek istediğiniz noktalara yakın bir seçenek değerlendirmek mantıklı. Mesafeler çok uzak olmasa da zamanınızı yolda geçirmek istemeyeceğiniz türden oteller var. Kendinize, ”hadi şurayı gidip göreyim de şu şezlongda uzanıp kendime bir Virgin Mary söyleyeyim, hem o vakte kadar Agung’un önündeki bulutlar da dağılır” dediğinizi duyabilirsiniz. Bize kesinlikle böyle olmuştu ve ne hatadır ki otel rezervasyonumuz Ali’nin doğumgününü içine alan 2 gündü. 1 günü otelimizde keyif, bir günü de görmek istediğimiz yerler için kullanmıştık. Dolayısıyla gün ayarlaması yaparken önce görmek istediğiniz yerlerin listesini yapın ve bunu halledebileceğinizi düşündüğünüz şekilde günlere ayırın. Bazı yerler için ekstra zaman gerekebilir. Sonra da tatilin asıl kısmı için otelden rezervasyon isteyin.
Konaklama Seçenekleri her ilçe için ayrı olduğundan birkaç bölgeyi içeren önerilerde bulunacağım.
Hideout Bali (Selat) Lempuyang Boutique Hotel (Karangasem) Alam Anda Ocean Front Resort & Spa (Tejakula) Palmterrace (Culik) Sea Breeze Candidasa (Candidasa) Candi Beach Resort &Spa (Candidasa) Alila Manggis (Manggis) Darmada Eco Resort (Sidemen) Cepik Villa Sidemen
Biz fazla düşünmeden Lempuyang Boutique Hotel ‘den rezervasyon yaptık. Ve bölgeyi tekrar ziyaret etsek tekrar burada kalırız dediğimiz bir hizmet aldık. Restoranı, odaları ve o güzel sonsuzluk havuzu ile tüm aile bireylerinin kalbini kazandı. Oturduğunuz her yerden Agung’un ihtişamını izliyorsunuz. Balkonda kahvenizi yudumlarken veya öğlen pizza dilimini ısırırken. Hatta havuzun kenarında günü batırırken. İşte benim için lüks bu değil de ne? :))
Lempuyang Hotel‘in hizmet anlayışı doğu ve batının karışımı gibi. Bu da onu daha özel yapıyor. Kurdukları iletişim ve hizmet Balili gibi ama iyi konuşulan İngilizcede, restoranın ayrıntılarında ve otelin genel disiplininde batılı bir hava var. Sahibinin işini geliştirmek için her fırsatta yenilik yapmaya çalışan bir batılı olması buna etken elbette.
Ali’nin doğumgünü sabahı bizim için güzel bir kahvaltı masası hazırlamışlardı. Yemeklere ayrıca değinecek olursam kesinlikle etkilendiğimizi söyleyerek başlamalıyım. Kahvaltıda ikram edilen jamular, özenle hazırlanmış tabaklar, lezzeti bakınca bile anlaşılan yulaf bardakları, meyveler… Bunların hepsi konaklamamıza dahildi. Akşam yemeklerini de özellikle burada aldık ki, iki akşamı da keyif ve lezzet dolu yaşadık.
Karangasem’de Görülebilecek Yerler
Virgin Beach: Doğu Bali’de kendine özgü güzelliği ve bakirliğiyle tanınan, beyaz kumlarında hindistancevizi yudumlayıp, yalnızca dalga sesleri işitebileceğiniz bir plaj burası. Aynı zamanda dalış ve şnorkel için de çok uygun. Dalgalar diğer bölgelerdeki kadar çok değil. Böylece beyaz kumlarında uzanmak yerine yüzebilirsinizde.
Bali Çikolata Fabrikası: Herhalde Bali’de, gözlerden uzak bir plajda bir çikolata fabrikası bulmayı tahmin etmezdiniz. Ancak Karangasem’de, Charlie adındaki Amerikalı bir gurbetçi tarafından oluşturulan ve sağlıklı çikolata yapmayı amaçlamış bir fabrika var. Hindistancevizi ağaçlarının altında oluşturulmuş bambu yapılarda ikram edilen birinci sınıf Bali çikolatasını tadabilir, hemen ilerideki dev salıncakta keyifli vakit geçirebilirsiniz.
Mount Agung: İşte bu bölgedeki en popüler aktivite, gün doğumunda bu aktif volkanik dağa tırmanmak. Fiziksel olarak zorlayacak, yaklaşık 5-6 saatlik dik bir tırmanış bu. Başlangıcı gecenin karanlığında olduğu için de rehberli bir tur alamanızı tavsiye ederim. Böylece sizi otelinizden alıp geri bırakacaklar ve Agung’un kutsal değeri hakkında bir çok şey öğrenmenizi sağlayacaklar.
Lempuyang Temple: Lempuyang Dağı’nın yamacında kurulmuş Bali’nin en saygın tapınaklarından biri. Cennetin kapısı olarak bilinen, arkada Agung dağının heybetiyle süslenmiş bir kapısı var. Oldukça turistik. Ubud’dan 2-2,5 saat uzaklıkta. Fotoğraf çektirmek için en az 2-3 saatinizi ayırmanız gerektiğine emin olun. Çok beklememek için çok erken gitmenizi öneririm. Bunun için de bu bölgeye yakın bir konaklama planlamak en mantıklısı. Araçlar tapınağa çıkan ringlerin olduğu otoparka kadar geliyor. Buradaki ringlerle biraz daha tepeye tırmanıyorsunuz. Tapınak yoluna girmeden belinize bağlamanız için saronglar veriliyor ve sonrasında da kısa ama biraz dik bir yürüyüş sizi bekliyor. Tapınağın hemen girişinde bankalardaki gibi sıra numarası alabileceğiniz bir sistemleri var. Elinize numaranızı veriyor ve size gülümsüyorlar. Yalnız belirtmeliyim ki, yakında su ve yiyecek alabileceğiniz bir yer yok (yukarı çıkılan dik yol dışında), tedarikli olmanızda fayda var.
Lahangan Sweet: Güzel bir tepenin üzerine konumlanmış seyir terası. Bir ağacın üzerindeki ahşap platforma, merdivenle tırmanıp Agung dağının muhteşem görüntüsünü seyredin. Özellikle yağışlı zamanlarda ulaşım biraz zor olabilir ama buna değer.
Tirta Gangga: Kral ve ailesi için bir banyo yeri olarak yapılmış saray zamanla turistlere açılmış. Fotoğrafik açıdan çok güzel bir peyzajı var. Kocaman turuncu balıklarla dolu havuzların içleri güzel işlemeli taşlarla doldurulmuş ve üzerinde yürüyebileceğiniz oluşturulmuş. Havuzların arasında dolaşarak balıkları besliyorsunuz ve bazılarının büyüklüğüne inanamıyorsunuz. Etraf çeşitli heykeller ve çiçeklerle donatılmış bu Sarayın giriş ücreti kişi başı 30 IDR. Balıklara yem almak isterseniz girişten 5 IDR’ye alabilirsiniz. Saray, sabah 8’den akşam 5’e kadar açık. Dinlenmek istediğinizde bir şeyler yiyip içebileceğiniz standlar var.
Amed Beach: Siyah kumlu plajı, sakin turkuaz suları ve havaalanına en uzak bölge olması sebebiyle kalabalık olmaması onu özel yapan şeylerden birkaçı. Burada yapılacak şeyler arasında en çarpıcı olanı Şnorkel. Sabahın erken saatlerinde, ahşap bir tekne ile Amed resifine açılıp dalış yapabilirsiniz. Size tavsiyem, sahile bir havlu serin ve etrafta sakince sürünen deniz kaplumbağalarını izleyerek dinlenin.
Üç ayrı adadan oluşan Nusa Adaları Bali’ye an yakın adalar topluluğu. Lembongan, Ceningan ve Penida. Artık eskisinden de çok turistik. Sörf meraklıları, bohem hayat yanlıları, plaj sever herkes için cazip ve tahmininizden daha ucuz. O zaman yolu Bali’ye düşmüş herkesin bu güzel 3 adaya gitmemesi için hiçbir sebep yok. Şimdi kendi bilinmesi iyi olur dediğim bilgilerimle Eylül 2022 yılında ziyaret ettiğimiz adaları anlatmaya başlayayım.
Nusa Adalarına Ne Zaman Gidilir?
Bali ile aynı zamanlara denk gelen 2 ayrı sezonu var. Nisan’dan Ekim’e kadar olan sezon, yağışların daha az yaşandığı kuru sezon, Ekim’den Nisan’a kadar olan süre ise genellikle yağışların daha sık ve nemin görüldüğü yağışlı sezon olarak bilinir. Kuru sezonda elbette turist kalabalığının daha çok ve otel fiyatlarının bir tık daha pahalı olduğunu bilelim. İşini şansa bırakmak istemeyen ve biraz daha kalabalık ama risksiz bir tatil amaçlayan bu tarihlere uyabilir.
Nusa Adalarına Ulaşım
Nusa Lembongan’a ve Nusa Penida’ya ulaşım Bali’nin güneybatı kıyısındaki Sanur limanından hızlı teknelerle sağlanıyor. Sanur’a ulaşım, havaalanından ortalama 45 dakika uzaklıkta. Sanur’da onlarca deniz yolu firması var. Hangi adaya gitmek istiyorsanız online veya kapıda bilet alabilirsiniz. Adalara giden saat dilimleri her firmada farklı. Gitmeden saatleri kontrol etmekte fayda var. Eğer dönüş tarihiniz netse yolculuk için seçtiğiniz firmadan çift yön bilet almak daha avantajlı. Biz, Lembongan adasına, The Tanis Fast Cruise ile yolculuk yaptık ve gidiş – dönüş 2 yetişkin (500 +500 IDR) + 1 çocuk (450 IDR) için toplamda 1450 IDR ödedik. (2022 yılında)
Not: Eğer open ticket aldıysanız, dönüşte kullanmak üzere bileti saklayın ve dönmeden firmayla iletişime geçerek rezervasyon yaptırın.
Kalkış saati geldiğinde eşyalarımız tekneye taşınıyor ve terliklerimizi içine bırakmamız için önümüze bir sepet bırakılıyor. Midesi hassas bir çocuğunuz varsa tedarikli olun. Okyanus bize çılgınlıklar yapmayı seviyor ve bol zıplamalı bir yolculuk bizi bekliyor. Mümkünse arka sıralara oturun. Bu yolculukta vücudumdaki suyun %1’ini ter ile attığıma göre 45 dakika sonra kıyıya yanaşırkenki okyanusun rengine artık iç geçirebilirim. İnerken ayağıma değen serin su ve kumun kışkırtıcı hissi beni kendime getirdi.
Buradaki önerim, biletinizi aldığınızda, adadaki otelinize Cruise firması ve saati ile ilgili bilgi vermeniz olacak. Böylece kuma ayak bastığınızda sizi karşılamak için birini gönderirler. Bu arada, burası adanın en ünlü plajı olan Mashroom Beach. Adaya Hoşgeldiniz!
Ada içi ulaşım ise otelinizin ayarlayacağı kendi taksisi veya kiralayacağınız bir motor veya motor taksilerle olabilir. Seçiminize göre otel size yardımcı olacaktır.
Biz genelde otelin pikapını kullandık ve iki sefer de motor taksi 🙂 Bulut için de bizim için de maceraydı :))
Lembongan’da ulaşım pikaplarlaPenida’ya giden tekne
Nusa Adaları İçin Kaç Gün Ayırmalı?
Bu tamamen göreceli bir cevap ama yine de basitçe cevaplarsak şöyle; Eğer Lembongan’da konaklayıp diğer adaları gezecek şekilde planlarsanız, 2 gün Lembongan ve Ceningan (bunları birbirine bağlayan sarı bir köprü var geçiş çok kolay), Penida için de 1 gün ayırmanız yeterli olur. Ancak kişisel fikrim; eğer Bali’ye ikinci kez gelecek ve amacınız keyifli bir ada tatili yapmaksa 10 gün bile kalınır. Sörf, mekanlar, güzel yemekler ve meyveler, pırıl pırıl plajlar ve insanlar alacağınız keyfi sürdürmenizi sağlayacaktır.
Nusa Lembongan’da Nerede Kalmalıyım?
Çok büyük bir ada olmadığı için ulaşım da zor değil. Genelde hareket adanın batı kıyılarında. Ben yine de ada hayatının içinde kalayım diyorsanız güneybatı, batı kıyıları en ideali. Bütçeye göre seçenekleriniz çok ama yine de öneri yazmam gerekirse şöyle;
Dini D’Nusa Lembongan Sanghyang Bay Villas The Shacks at Sandy Bay Indiana Kenanga Boutique Hotel Hai Tide Beach Resort
Biz uygun bir seçenek istediğimiz için, güney kıyısında gelgiti ve balıkçıların yosun toplayışlarını izlediğimiz Dini D’Nusa’da konakladık. Güne tertemiz bungalovumuzda, kuş sesleriyle uyandık ve her gün yerlerden dökülen frangipanileri topladık. Bizi adada pikapla istediğimiz yere götüren bir taksicimiz vardı. Heryere tek bir fiyat: 100 IDR :))
Devil’s TearDini D’Nusa Hotel
Keyif Alınacak Şeyler – Yerler
Lembongan adası için bir görülecek yerler başlığı koymadım çünkü öyle bir şey yok :)) Yani elbette adaya gelmişken birkaç noktayı görmelisiniz ama burası için bence önemli olan adadan en doygun keyfi nerelerden ve nasıl alabilirim sorusu. İster yan gelip yatın, ister adalılardan sörf dersi alın, isterseniz de popülasyonu Avustralyalılardan oluşan gruplarla sosyalleşin. Adadan size kalacak çok şey var.
Görülecek noktalara kısaca değinirsek;
Devil’s Tear: Doğanın kudretini gözünüzle görebileceğiniz bir seyir noktası. Özellikle gün batımında, burada birkaç adım daha ilerleyip, burnun Sandy Bay’e bakan tarafında büyük dalgaların kayaya vuruşlarını hayretle izlemelisiniz. Çok yaklaşmayın. Islanırsınız. 🙂
Blue Lagoon: Nusa Ceningan’daki dalgaların kayaları oyarak bir teras oluşturduğu bir başka seyir bölgesi. İzleyeni kendine hayran edecek renkte ve güzellikte. Çocuklarla buraya gelecekseniz, onları kontrol altında tutabileceğinizden emin olun.
Yellow Bridge: Lembongan’ı Ceningan adasına bağlayan ünlü sarı köprü. Üzerinden Balili bir adamın arkasında motorla geçmişliğim var. Tam da bu köprünün altından Penida’ya giden motorlar kalkıyor.
Mashroom Beach: Adanın en meşhur plajı. Burada aşağıda anlatacağım, tüm günü geçirebileceğiniz güzel bir tesis de var. Bali’den gelen tekneler buraya geliyor. Kum şahane, su şahane. Havlunuzu kuma serin ve gün boyu dinlenin.
Ombak CafeOmbak’da bir öğle yemeği
Ombak Zero Waste Cafe: Sabah haritayı açıp taksiciye ”Lütfen bizi buraya götür, Ombak, Ombak, bak adanın bu kısmında” diye tarif ederken gülümsemesini tutamayınca bana açıklama gereği duydu. Ombak, Endonezce ‘dalga’ demekmiş. Ve meğerse ben adama beni dalgaya götür deyip duruyormuşum. :)) Bu güzel sahil kafesinin yeri adanın kuzey uçlarında ve gerçekten de bu sahile vuran dalgalar sörfçülerin en sevdiği türden. Bu sebeple burayı en çok kullananlar sörfçüler. Ombak, sıfır atık konusunda çok duyarlı, öyle ki kazancının yüzdelik bir kısmını bunun için harcıyor ve organik atıklarıyla kompost yapıyor. Menüsünde köpek yemeği olduğunu gördüğümde çok hoşuma gitmişti. Glutensiz ve vegan seçenekleri var ve olağanüstü lezzetli sağlıklı atıştırmalar yapıyorlar. Kaseleri, yulaf sütlü lattesi ve konumu ile cennetten bir köşe burası.
Indiana Kenanga
Indiana Kenanga: Yukarıda bahsettiğim konaklama seçeneklerinden biri. Keyifli ama daha yüksek bütçeli bir restoranı var. İyi yemek üzerine iddialılar. Bu da tamamen fiyata yansımış. Gündüz de gelip şezlonglarını kullanabilirsiniz. Özel bir gün kutlamak veya gün batımında kendinizi şımartmak için bir seçenek olabilir.
Sandy Bay
Sandy Bay: İçeri girdiğimiz andan itibaren terliklerinizi bir kenara bırakıp, incecik kum üzerinde leziz kokteylinizi yudumlarsınız 🙂 Burası yalnızca bir sahil restoranıyken geçtiğimiz yıl konaklamak için birkaç oda açtı. Güzel atıştırmalıklar, kokteyller, müzik, çocuk oyun alanı ve küçük bir sonsuzluk havuzu var. Gün batımında bir akşam yemeği rezerve edebilir ya da gün boyu yiyip-içip şezlonglarından faydalanabilirsiniz. Çocuk alanı güzel. Ve adada yiyebileceğiniz en iyi dondurma bizce burada!
Mashroom Beach
Hai Bar and Grill: Mashroom Beach’de ve kömürde pişmiş pizzaları ile ünlü bir restoran-bar. Fiyatları çok ucuz sayılmaz ama değer. Konumu, atmosferi, rahatlığı ideal. Şezlongda soğuk bir şeyler içip uzanabilirsiniz. Ama o güzel pizzayı yemek için sizi masaya davet ediyorlar. Önünde nefis bir kumsal ve kristal gibi bir okyanus var. Serinlemek için kendinizi biraz şımartın ve üzerine güzel bir pizza yiyin! Hemen arka bitişiğinde oteli de mevcut. Tüm olanaklarından faydalanmak isteyenler için doğru bir yer.
NUSA PENİDA ADASI
Balinin karmaşasından 45 dakikalık uzaklıktadaki Penida için turistik bir ada değil demek doğru olmaz. Ama aynı zamanda oldukça da bakir kalmış bir yer. Kalabalıklığı, mekanları, yerleşikliği ile elbette Bali ile kıyaslanmaz ama son yıllarda sosyal medyada en çok fotoğraflanan sahiller işte burada. Hakkaniyetli davranırsak kelimenin tam anlamıyla, NEFES KESİCİ! Çetrefilli bir tarzı var. Plajları ve ormanlarına el değmemiş. Güzelliklerine ulaşmak ve onlara dokunabilmek büyük mesele ve emek istiyor. Ama zaten güzelliklerin korunması da ancak ulaşamamak ile olmuyor mu? Gerçekten emek harcayıp bunu başaran da onun bu derin güzelliğine kıyamıyor. Buranın böyle bakir kalmasında elbette başka sebepler de var. Yollar çok kötü, altyapı zayıf, yeme içme mekanları kısıtlı. Çocukla gezenler için kesinlikle uygun değil. Yoksa bizim yaptığımız gibi ona dokunamadan fotoğrafını çekip uzaktan iç geçirirsiniz.
Nusa Penida’ya Ulaşım
Bali’de Sanur limanından kalkan hızlı teknelerle ulaşabildiğiniz gibi Lembongan adasından da Penida’ya ulaşım mevcut. Her sabah, sarı köprünün altından Penida limanına tekneler kalkıyor. Belirli bir saatleri olmayıp, minimum kişi sayısına ulaşınca kalkıyorlar. İki ada arası yaklaşık 15 dakika sürüyor. Burada da önceden gelişinizi bilgi verirseniz sizi karşılamak için biri gelecektir. Eğer bizim gibi günübirlik gidiyorsanız, öncesinde bir rehber ile anlaşmanızı öneririm. Sizi karşılar ve Penida’nın engebeli yollarında daha rahat bir yolculuk etmenizi sağlar. Burada motora binip gezmek gibi bir yanlışa düşmeyin. Bir rehber veya şöförle anlaşıp, gördüğünüz yerlerin tadını çıkartın.
Konaklama için elbette bir listem var ancak konumlarını görmediğim veya deneyimlemediğim için önermek istemem.
Nusa Penida’da Görülmesi Gereken Yerler
Evet, burası tam olarak bizim gezdikçe tik attığımız bir ada oldu. Bir günlük tur ayarlamıştık ve bu saat diliminde belirlediğimiz yerleri bitirene kadar dolaştık. Bittiğinde ise saatimiz dolana dek, ünlü plajında uzandık :)) Nereleri gördük bakalım…
Broken Beach: Eşsiz bir manzara sunan koca bir delik! Nusa Penida’nın batısındaki bu küçük koy, yüzyıllar boyunca tabiat ana tarafından kırılmış. İsmi bu yüzden Broken Beach. Okyanus ve uçurumun nefes kesici manzarasıyla az ilerlediğinizde ünlü Manta vatozlarının görüldüğü Angel’s Billabong’a ulaşırsınız.
Angel’s Billabong: Dünyanın en doğal sonsuzluk havuzu 🙂 Buraya inip çok güzel fotoğraflar çekebilen insanlar gördüm. Gelgit zamanı oldukça sakin olan bu havuza dalgaların güçlü olduğu zaman girmek tehlikeli. Zaten Şubat 2023 de bir can kaybı sebebiyle burada yüzmek artık yasaklanmış.
Kelingking Beach: Pek tabi fotoğraflardan en çok tanıdığınız sahil. Hani şu yukarıdan bakıldığında balina gibi görülen ve aklınızı kaçırtacak güzellikte olan. Dokunamadığınız, ulaşamadığınız :)) Tabii ki kondisyonu sağlam olanlar için ulaşılabilir. Oldukça dik ve ilkel merdivenleri var. Yorucu ve tehlikeli. Üstelik aşağı indiğinizde okyanusa girememeniz büyük olası. Ama yine de kumlarında oturayım, dalgalarına dokunayım derseniz sizi kimse tutamaz. Biz gittiğimizde iyi bir kalabalık vardı. Yukarıdan fotoğraf çekebilmek için rehberimizin ağaca tırmanması hala aklımdaki en tatlı ayrıntı.
Crystal Bay: Yukarıdaki kısımları bitirip zamanımız kaldığında rehberimizin dinlenmemiz için bizi bıraktığı yer. Burada çoğu kişi şezlonglara yatıp günün tadını çıkartıyor veya şinorkel yapıyor. Malzemeleri ve ufak yiyecek-içecek ihtiyaçlarınızı kıyı boyunca dizili warunglardan sağlayabiliyorsunuz. Kestirdik bir coconat, baktık keyfimize :))
Eğer burada kalıcı iseniz (bu nedemekse:) ) görebileceğiniz birkaç nokta daha var. Bunlar ”Rumah Pohon” adındaki ağaç ev (yine sosyal medyada karşılaşmışsınızdır) ve ”Diamond Beach”. Bu, Kelingking Beach’e göre ulaşması daha kolay bir sahil. Bizim vaktimiz sınırlı olduğu için buraları göremedik.
Kaju Green; etrafında kanalların, nehirlerin aktığı hindistancevizi plantasyonunun tam ortasında konumlanmış 7 adet bungalovu olan bir Ekolojik Otel. Sri Lanka’nın Kuş ve Yaban Hayatı Koruma Alanı olan Eluwil’nın hemen bitişiğindedir. En değerli özelliği, çevresel ayak izinizi en aza indirmeye odaklanmış olması. Burada doğal yaşamdan kopmadan tasarlanmış basit ama kaliteli bungalovda doğal ışık ve hava akımı en verimli şekilde kullanılmış.
İyileşmek, gençleşmek ve zihni temizlemek için tüm olanakları sağlayan bu huzur dolu otelde bedeni canlandırmak için özel yoga dersleri oluşturulmuş. Ayrıca vejetaryen bir mutfak kurulmuş. Çatal-kaşık koleksiyonundan servis edilen toprak tabaklara herşey doğal melzemelerden seçilmiş. Sunulan menü sürdürülebilirlik için yerel malzemelerden oluşuyor. Mesela; Jackfruit ile bir kaç farklı yemek yedik. Tatlıda da tuzluda da bu meyveyi kullanıyorlar. Çünkü mevsiminde ve yerel.
Ayrıca; Sri Lanka ile ilgili ayrıntılı gezi yazısı için buraya tıklayabilirsiniz.
Kaju Green OdaKaju Green KahvaltıKaju Green Akşam Yemeği
Kaju Green ‘de Konaklama
Kaju Green ‘de oda rezervasyonu yaparken, iki seçenek sunuluyor. Biri konaklama, akşam yemeği, öğlen yemeği, atıştırmalıklar ve sınırsız içeceğin dahil olduğu seçenek, diğeri sadece kahvaltı ve konaklamayı kapsayan seçenek. Kesinlikle her şeyin dahi edildiği ilk seçenek seçilmeli. Kendinizi hiç yormadan odanızın, onlarca hindistan cevizi ağaçlarının sizi misafir ettiği bahçenin, eşsiz keyifli havuzun ve buram buram mis kokan kahvelerinin tadını çıkarın!
Kaju Green Banyo
Otelin küçük ziyaretçilerinden tedirgin olabilirsiniz. Bu dört ayaklı sürüngenlerin tek isteği en az sizin kadar güneşin tadını çıkartmak! Onlara bir şans verin, biraz yaklaşıp doğanın bu itici bulunan mucizesinin aslında ne kadar mükemmel olduğunu farkedin.
Odalar, beton ve saz birleşimi, çatının etrafı açık. Böylelikle Kaju Green ‘de doğadan kopmadan odanızda vakit geçirebiliyorsunuz. Banyo ve tuvalet için de aynı şey geçerli. İçerideyken, dışarıda gezinen hayvanların siluetini görebilir, seslerine karşılık verebilirsiniz. Aklınıza sivrisinekler geliyorsa, odada elektriğe takılan bir kovucu ve banyoda vucudunuza sürmeniz için bir losyon var. Tamamen doğal içerikli ve işe yarıyor.
Yatağımızın yanı başındaki kulak tıpalarının sebebini ise son gün anlıyoruz. Kuşlar! Sabahları sizi uykunuzdan uyandıran o çeşit çeşit esen kuşların seslerini duymak istemeyenler, kulaklarını tıkasın. :))
Başımızın üzerindeki çatının kenarlarının tamamen açık olduğunu gördüğümde tedirginlikle karışık bir heyecan duydum. Hayatımda ilk defa yarı açık bir otelde beş tam gün geçirecektim. Çadırda konaklarken bile böylesi hissetmemiştim. İlk gün harikaydı. Doğanın, sessizliğin içinde kaybolmuş şaşkınlığımızı gizlemeye çalışmadan olanaklarımızın tadını çıkarttık.
İkinci gece, akşam yemeği vaktinde biraz yağmur yağmaya başladı. Gereksiz aydınlatmalardan tamamen arınmış olan bu otelde, odamızdan restorana gidene dek kullandığımız el fenerinin azalmış ışığını kontrol ettik. Devasal büyüklükteki şemsiyenin altına iki kişi rahatça sığdık ve şıpıdık terliklerimizle restoran alanına yürüdük. Günün menüsü, her zamanki gibi lezzetli vejetaryen lezzetlerle doluydu. Karnımızı iyice doyurduk ve son dokunuş olan o güzelim ev yapımı dondurmayı mideye indirdik.
Artık yağmur öncekinden daha hızlıydı. Eve, tüm bedenimizi koruyan zırhımızı açarak ve koşarak gittik. Burada akşam yemeğinden sonra yapacak pek bir şey yok. Hafif bir müzik eşliğinde ya karanlığı dinleyeceksiniz, ya da erkenden uyuyacaksınız. Biz genelde, güne ayak uydurup, erken uyanmayı seçenlerdeniz.
Burada da Bali’de olduğu gibi gün doğduğunda çeşitli meditasyon veya ibadet uygulamaları var. Gün doğumuyla yakın civardan incecik duyulan sesleri bastıran kuş cıvıltıları güne erkenden başlama hissini kamçılıyor. Ama doğa, o gece hiç de sevimli olmayan ve hayatımdaki en büyük tedirginliklerden birini yaşattı bana. Şiddetli yağmur, tepemizde patlayan şimşekler, çarpışan bulutların sesleri, Ali ve beni yatağın orta yerinde buluşturup birbirimize hiç olmadığı kadar sarılmamıza sebep oldu. Etraf öyle karanlık ki, dışarıda kopan kıyametin boyutunu ancak kulağımızda patlayan seslerden anlayabiliyorduk. Hava korkunçtu. Eminim sabah balkonumda rastladığım o sevimli sincap da oldukça korkmuştur. Üzerimizi örten saz çatı uçacak, dakikada 2-3 kere çakan şimşeklerden biri odamıza isabet edecek ve Sri Lanka’nın güneyindeki bu ormanın ortasında öleceğiz. Hamile halimle bu kadar heyecan bana çok!
Öyle ya da böyle bir şekilde uyumayı başardık, belki de kendimizi sıkmaktan yorgun düştük demek daha doğru. Günün ilk ışıklarında kulağıma gelen kuşun cıvıltısı öyle romantikti ki, gece yaşadığım her şeyin kötü bir kabus olduğunu düşündürdü.
Uyanıp, etrafıma baktım. Cibinliğin hemen arkasında bir yerde saklanmış olmalıydı. Belki de o da geceden korkmuştu. Yatağın tepesindeki pervanelerin kanatlarında da değildi. İnce saz duvarlar içeriye ışık ve temiz hava üflerken, bir aşağı bir yukarı zıplayan minik ama güzel sesli kuşun siluetini gördüm. Sürgüyü açtığımda dışarıda hayat her zamanki gibiydi. Her şey yerli yerinde. Güneş, palmiyelerin yapraklarına şekilli gölgeler oluşturup, yeryüzünü ısıtmış, tonlarca yağan yağmur sularını kurutmuştu. Gece yaşanan her korku dolu an, büyük bir heyecan olarak eskide kalmıştı bile.
Coğrafi konumu ve uzun süren ölümlü olaylar sebebiyle Hindistan’ın göz yaşları olarak bilinir Sri Lanka. Öylesine yeşil olan bu adanın göz yaşı olarak nitelendirilmesini halen anlamış değilim. Bana göre burası için filler ülkesi demek daha uygun olacak. Başkent dışına çıktığınız anda bu büyüleyici yaratıklarla ne zaman ve nerede karşılaşacağınız belirsizdir. Şimdi, Bir Yusufçuk Havalandı ile Sri Lanka Gezi Rehberi’ne giriş yapalım.
SRİ LANKA’DA ULAŞIM
Havaalanı Kolombo’nun içinde değil. Şehre 33km mesafede. Taksilerle pazarlık yapmanız halinde $25 civarı ödeyerek veya Tuktukla $13-15 (1500) LKR ödeyerek Colombo’ya ulaşabiliyorsunuz. Peki biz ne yaptık?
Başkent Kolombo’daki Bandaranayake Havaalanı’na indiğimizde otelimizin gönderdiği taksici bizi karşıladı. Bin pişman olmak deyiminin karşılığı Sri Lanka’da uzak mesafe taksi kullanmak! Hamilelik olmasa bunu kesinlikle yapmazdık. Şehirlerarası yol ne kadar küçük olabilir diye düşünerek ve daha rahat ulaşım fikri ile verilmiş yanlış bir karardı bu.
Yollar korkunç ötesi. Başkent Kolombo’dan Kandy’deki otelimize varana kadar midem boğazıma düğümlendi. Bu ülkede trafik kuralı diye birşey yok diye düşünüyorum. Şöyle anlatayım; yollar iki şeritli. Geliş ve gidiş. Ortada görünmeyen ama tüm şöförlerin kullandığı hayali bir şerit daha var. Ve ilk müsait anda bu şerit kullanılıp yola devam ediliyor. Öndekini geçmek için karşıdan gelen otobüsün uzaklığı hesaplanmadan hayali şeride geçip neyseki son anda olması gereken şeride sokuluyor araba. Böyle olunca da trafik ışıkları, trafik kargaşası, motorsikletliler, otobüslerin hızı… Kornalar, kornalar, kornalar derken otele varana kadar üstümüzden filler geçmişti.
Galle’e giderkenİkinci sınıf Galle bileti
Alternatifi nedir? Tren… Mis gibi tren kardeşim. Al birinci sınıf biletini, paşalar gibi manzarayı izleye izleye git gideceğin yere. İstasyondan da bir tuktuk tut. Oldu bitti.
Tabii her tren manzara eşliğinde seyahat için uygun değil. Birinci sınıf seçeneği olmayan trenlerde pislikten hastalanabilir, adeta bir japon trene binme deneyimi yaşayabilir, ensenizde bir nefesle kilometrelerce yol gidebilirsiniz. Mesela ben ikinci sınıf tren biletim elimde, 2 saati ayakta 1 saati de oturarak olmak üzere 3 saat yol gittim. Vardığımızda neredeyse kendimi çamaşır suyu ile yıkayacaktım. Antibakteriyel spreyim bu trende dibini buldu.
Şimdi aslında eski yazılarımdan farklı olarak Sri Lanka Gezi yazısını yazmamdaki esas amaçtan bahsedeyim. Konumuz; hamileyken uzak doğu tatili yapılır mı?
Hamileyken Sri Lanka Gezi tatili nasıl olur?
Muhtemelen hepinizin aklına ilk Zika virüsü gibi tehlikeler gelmiştir. Başta sivrisinekler ve diğer hayvanlardan bulaşan hastalıklar, uzak doğu yemekleri, hijyen ve diğer birçok konu kafalarda soru işareti bırakıyor olabilir. Özellikle hamilelik döneminde anne-babanın aşırı hassas tavrıyla birleşince uzak doğu uzak kalmaya devam ediyor. Bence eğer yeterince araştırıp bilgi edinir, evhamlı söylemlere kulak tıkar, keşfetme arzumuzu bebek sahibi olma heyecanıyla baskılamazsak uzak doğu tatili neden olmasın?
Biz Sri Lankaya gelmeden önce zika virüsü ile ilgili bir araştırma yapmıştık. Sri Lanka’da bulunmadığını öğrenmiş ancak yine de kırsal bölgelerden (köyler) uzak kalacak şekilde bir planlama yapmıştık. Hamileliğim biraz zorlu geçmesine rağmen aynı heyecanla hazırlık yapabilmek harika. Normalde uzak doğu yemeklerine hayranım ve şimdiye dek hiçbir yerde yemek sıkıntısı çekmedim. Ancak şimdi durumlar farklı ve midem, benim tanıdığım midem gibi değil! :)) Bunu bildiğim için yanıma zor zamanlar için atıştıracak birkaç şey aldım. Bunların en başında nedense zeytin var! :))
Sri Lanka kahvaltısı tek kelime ile; korkunç! Yani bizim çeşit çeşit peynirlerimiz, zeytinlerimiz, sucuklu yumurtamızın yanında masada sadece 2-3 çeşit meyve görmek özellikle hamilelikte büyük hüsran. Neyseki kızarmış ekmek ve tereyağ var. Yanında da bir fincan Sri Lanka çayı. İşte burada yanımda getirdiklerim çok işe yaradı ve odaya geldiğimde yanımda getirdiğim zeytinleri büyük bir açlıkla yedim. Öyle çok yiyormuşum ki, Ali her seferinde arta kalan çekirdeklerimi sayıyordu. :)) Hamilelik işte…
Bir Fil’e Banyo Yaptırmak
Başka bir konuya gelirsek günlük yaşantımda haşır neşir olmadığım hayvanlarla bir arada olmak, onlara dokunmak bana farklı ve çoğu kez iyi gelen bir diğer konu. Maymunlar, filler, onlarca çeşit güzel öten kuş, etrafta sürünen irili ufaklı ejderler ve bol booool sivrisinek. Daha önce hiç bir file banyo yaptırmamıştım. Suya yayılmış devasal bir hayvanın sırtını elimde tuttuğum bir hindistan cevizi kabuğunun lifleri ile ovalarken içimde fırtınalar kopuyordu. Ben fırçaladıkça onun zevk aldığını hissetsem de, aralıklarla havaya kalkıp suya inen güçlü hortumunu takip etmeden yapamadım.
Bir fili nehirde yıkadım.
Seyahatin diğer yarısını kapsayan Galle şehrinde konakladığımız Ekolojik otel. Çeşitli kuş sesleri ile uyanmanın rahatlatıcı ve huzur dolu etkisini hala unutmuyorum. Unutmadığım bir diğer şeye gelecek olursak; sivrisineklerin korkutucu büyüklüğüdür. Ben hayatımda böyle kocaman kan emiciler görmedim. Saati geldiğinde pes etmeden saldırıyorlar. Kırsalda tüm etkinliklerimizi sineklerin çıkış saatine göre yaptık diyebilirim. Öyle rahatsız olduk. Mesela alttaki fotoğrafta içimden kötü kelimeler geçiriyorumdur. :)))
Peki ne gibi önlemler aldık? Kimyasal sinek kovucular kullanamadığım için en bilinen çözüm citronella yağından yapılan doğan sinek kovucu kremdi. Sri Lanka’da yetişen bitkilerin tanıtıldığı ve onlardan elde edilen ürünlerin satıldığı bir bahçeden bu kremi bulup aldım. Sahilde, yemekte, kahvaltıda… Her daim yanımdan ayırmadım 🙂 Birçok fotoğrafta bu kremi sürerken kameralara yakalanışım bu sebepten. :)))
SRİ LANKA ÇAYI
Hamileyken çay ve kahve tüketimine dikkat etmek gerektiğini biliyorum. Ancak çayın ülkesine gelmişken elimden gelenin en iyisini yapmam gerektiğinin de farkındayım. Hemen o tazecik yapraklardan demlenmiş çay dolu fincanı elinden bırak ve biraz daha su iç Tuğçe!
Tavsiye: Sri Lanka’ya kadar yol katetmiş ve çay sever birinin mutlaka yapması gerekenlerden biri Nuwara Eliya’da çay tarlalarını ziyaret etmek! Bunun en popüler yolu; Kandy’den başlayıp güneye doğru inen mavi trene binmek. Hem dünyanın en güzel manzaralarına sahip yolda unutamayacağınız bir tren seyahati yapıp hem de birçok şehir görebilirsiniz. Nuwara Eliya turistik bir aktivite gibi gelebilir. Yabancıların bu şehre ilgisi büyük. Ancak dünyanın en iyi çaylarının doğduğu yeri kendi gözlerinizle görmenin turistik aktivite dışındaki heyecanı da çok güzel.
KANDY
Adanın orta yerinde konumlanan eski başkent Kandy, Sri Lanka’nın sadece palmiye dolu sahillerinden ibaret olmadığını bize gösteriyor. Yerel yaşamı iliklerinize kadar hissettiren bir şehir. Şehirde dolaşan erkeklerin neredeyse hepsinin üzerinde sari denen etek biçiminde kumaş, parmak arası terlik ve bazen de tişört görürsünüz. Kadınlar ise baştan aşağı renkli kumaşlar ve yine parmak arası terlik giymişlerdir.
Kendimi bir süre Hindistan’da hissetmem yerel halkın bu kıyafetlerle günlük hayatlarında dolaşıyor olmasından çok, etrafın bakımsız ve kirli görüntüsünden olsa gerek. Burası Sri Lanka’nın kalbinin attığı yer. Yerel pazarları buram buram et, baharat, meyve ve hatta hayvan yemi kokuyor. En popüler olanı Kandy Municipal Central Market. Hamile veya midesi hassas birinin bu üzeri kapalı pazarlara asla girmemesini öneririm. Aksi şekilde kendinizi dışarıya öğürerek atabilirsiniz.
Kandy Market
Kandy’de görülecek birkaç şey var. Bunların başında Kandy Gölü geliyor. Şehrin birçok yerinden görülebilen yapay gölün etrafında dolaşmak biraz romantik olsa da bundan geri kalmayın. Ayrıca konaklama için bu göl etrafındaki otelleri tercih ederseniz merkezi gezmek açısından iyi bir seçim olur. Kutsal Diş Tapınağı; şehirde görülmesi gereken bir diğer nokta. Efsaneye göre Buda’nın dişinin kalıntılarının burada olduğu söyleniyor. Kraliyet Botanik Bahçeleri bitki severlerin asla kaçırmaması gereken bir rota. 147 dönümlük bir alanı kaplayan, içinde bir orkide bahçesi ve beş binden fazla bitki ve ağaç çeşitliliğini kapsayan park. Zamanınızın çoğunu alabilir. İçeride bir şeyler atıştırıp içebileceğiniz restoranlar da var. Evde yetiştirdiğim birkaç çeşit bitki türünü bir yol boyunca dizili olduğunu gördüğümde zevkten dört köşe olmuştum :))
Arthur’s Seat; Kraliyet Sarayı’nın hemen yanında bir gözetleme noktası. Şehri panoramik izlemeyi sevenler için en doğru yer burası.
Kandy’de yapılabilecek bir diğer aktivite ise çay fabrikasını gezmek. Yerel kıyafetler içindeki bayanlar çayın tarihiyle başlayan ve paketlemeye kadar devam eden tüm aşamaları anlatıyorlar. Tek tek her bölümü geziyorsunuz. Yine hamilelik yüzünden içerideki sıcaklık ve koku beni oldukça rahatsız etmişti. Buram buram taze çay bitkisi kokuyordu. Ayrıca sıcaklık sanırım 50 derece falandı :))
Çay Fabrikası, Sri Lanka
Kandy’de yeme içme üzerine çok özel şeyler beklemek yerine lokal yiyeceklere hazırlıklı olun. Sri Lanka Gezi Rehberi’nde özellikle yeme-içme diye ayrı bir bölüm oluşturmadım. Sebebi, bunu tarifleyecek kadar çok yerel lezzet tatmamış olmamdı. (Hamilelik)
Hamileliği riske atacak herhangi bir şeyden dolayı değil, midemin yeni yiyecekleri kabul edememesi yüzündendi. Continantal Food ararsanız da çok iyi şeylere ulaşamıyorsunuz. Bol baharatlı ve acılı şöyle bir tepsi mutlaka denemeniz gereken şey olsa da asıl olmazsa olmazı şimdi size anlatacağım.
Empire Cafe, Kandy
Kotti Roti
Kotti Roti, Sri Lanka’nın en popüler sokak yemeğidir. Roti, yumurta, tavuk, et, havuç ve diğer sebzelerin kombinasyonu ile oluşturulmuş bir lezzet harikası. Roti, hindistan cevizi unu ve yağıyla yapılmış bir çeşit hamur. Kotti ise Rotiyi pişirirken aşçının incecik doğrayıp sebze ve köri ile birleştirdiği hali. Aslında bu yemeğin ortaya çıkışı artan malzemeleri değerlendirmekmiş. İlk öğrendiğimde sipariş ederken acaba burada da arta kalmış malzemeler mi kullanılmıştır diye düşünmedim değil. :))) Her ülkenin sokak yemeklerini deneyimleme kuralımız burada da geçerliydi ve Unawatuna’da sıradan bir sokak restoranında bu yemeği deneyimledik. Tabii ki geçmişteki gibi arta kalan malzemelerden yapılmamıştı. Nefisti!! Kotti Roti, sokak yemekleri sıralamamda baş sıralarda olabilir.
Kotti Roti, Unawatuna
PİNNAWALA FİL YETİMHANESİ
Dünyadaki ilk ve tek fil yetimhanesi başkent Colombo’ya 112 km uzaklıktaki Rambukkana kentinde yer alıyor. Ulaşım tren, otobüsler ve özel araç ile sağlanabilir. Ama asla tuktuk ile gitmeyin. Burası için biraz uzak bir mesafe. Burası 1975’te anneleri tarafından terk edilmiş 5 adet fil yavrusunun getirilmesi ile oluşturulmuş. Zamanla fillerin sayısı artmış. Bakıcıların bebek filleri sütle beslediği ve isteyen turistlerin de bazı fillerin bakımını üstlenebileceği bu kuruluşun masraflarını Botanik Bahçeleri ve Sayfiye Alanları Bakanlığı karşılıyormuş. Turistlerin en çok fotoğrafladığı kareler fillerin nehirde yıkanmaları ve oynamaları oluyor. Bu çok tatlı olsa da içimdeki şüphe ve tedirginlik yüzünden bunca turist ağırlayan bu parkı son anda ziyaret etmekten kaçındım. Oysa ki Sri Lanka’ya gelme amaçlarımdan biri bu yetimhaneyi görmekti. Son anda bir karar değişikliği ile tamamen doğal bir ortamda yaşayan, otlayan, yıkanan birkaç filin barındığı bir alana gittik. Üst tarafta bahsettiğim ”bir file banyo yaptırmak” aktivitesi burada gerçekleşti.
GALLE
Kandy’den Kolombo’ya birinci sınıf trenle geldik. Ama Kolombo’dan Galle’e birinci sınıf seçenek olmadığı için ikinci sınıf bilet aldık. 125 km’lik yol için bilete yaklaşık 5-6 tl verip sevinince her şey yolunda sandık. Meğer iş çıkışı Zincirlikuyu metrobüs kargaşası bizi bekliyormuş. İnanın kaşınan burnumu kaşıyamadan (çünkü kollarımı kaldıracak boşluğu bulamadım) 2 saat, ayakta yol gittim. Farklı şehirlerde ve duraklarda biraz biraz boşaldıkça hamile olduğumu fark eden bir bey bana koltuğunu verdi sağolsun. Kalan yolu, başka şartlarda asla oturmayacağım kadar pis bir koltukta 1 saat oturarak gittim. Yani demem o ki bilet alırken farklı durumlara hazırlıklı olun.
Galle; Sri Lanka’nın Bodrum’u gibi bir şey. Güneyde kalıyor ve harika plajları var. En popüler olanı Unawatuna Beach. Güzel plajları dışında şehirde kolonyal bir yapı hakim. Güzel binalar, şirin butikler, fotoğraflık ve lezzetli yiyecekler sunan cafeleri var. Görülmesi gereken ilk yer ise, deniz feneri. Burası turistlerin fotoğraf çekmeyi asla atlamadığı yer. Bizim de… :))
Galle Lighthouse
Galle Fort, yürüyerek gezmek çok kolay. Zaten küçücük bir yer. Ama otelimiz Unawatuna bölgesinde olduğundan merkeze ulaşmak için tuktuk kullandık. Burada önemli olan şey; tuktuku bulup gideceğiniz yeri önceden söyleyerek fiyatta anlaşmak. Sürpriz olmasın. Unawatuna’dan Galle Fort Lighthouse’a mesafe yaklaşık 7 km. Tuktuka ödediğimiz para ise 20 TL.
Deniz fenerinde fotoğraf çektikten sonra hemen az ileride Zaviya Ummul Fuqarah var. Şehirdeki en büyük camii. Camii’yi geçtikten sonra aynı sokaktan yukarı doğru devam edin. Solda şehrin popüler cafelerinden Calorie Counter ve sağda The Heritage Cafe’yi göreceksiniz. İkisi de oturup bir şeyler içmek için harika. Şehrin kolonyal yapısı kafelere de yansımış, aralarında dolaşırken kendimizi Küba’daymış gibi hissedip mutlu olduk. :)) Eğer giderseniz, Heritage Cafe’nin hemen önündeki beyaz klasikte benim için de bir fotoğraf çektirmeyi unutmayın.
Heritage Cafe
PONNİE’S KİTCHEN
Buradan sağa döndüğünüzde butikler, şallar, takılar hatta tabloların satıldığı birçok dükkana ulaşacaksınız. Sola dönerseniz inanılmaz lezzetli şeylerin tabaklandığı, güzel içeceklerin yapıldığı içinde balıkların yüzdüğü bir süs havuzu bulunduran avludaki Ponnie’s Kitchen’a ulaşırsınız. Bence buraya girmek zorundasınız :)) Girişi bir galeri ve tasarım ürünlerin satıldığı bir butiğin girişi aslında. Sonra nerede bu cafe diye aramayın. Önce butiğe girin, hemen arka kapısında avluya geçin.
Çeşit çeşit sağlıklı kaseler, kombuchalı içecekler, muhteşem tatlılar ve harika sunumları var. Yiyecekler tazecik ve ferah. Duvarlarında tatlı mottolar asılı ve içinde koi balıkların yüzdüğü süs havuzu çok havalı. İnstagrammercıların cenneti olmalı. :))
UNAWATUNA BEACH
Galle; Sri Lanka’nın Bodrum’u gibi birşey. Güneyde kalıyor ve harika plajları var. En popüler olanı Unawatuna Beach. Altın sarısı incecik kumlarının üzerine uzanan büyük boylu palmiyelerin altında güneşlenirken ”şu hindistan cevizleri kafamıza düşse beynimiz patlar”ı düşünmeden edemiyorsunuz. :)) Kumsalda güneşlenirken sri lanka üretimi şal, pareo satan kadınlar hemen önünüzde birbirinden güzel ürünlerini sergileyecekler. Pazarlık yapmayı atlamayın.
Otel seçimini kesinlikle Unawatuna Bölgesinden yapmalısınız. Buradaki otellerin çoğu iyi. Kesenize uygun bol seçenek var. Ayrıca sahilde bir otel tercih etmeseniz de otellerin şezlonglarını kullanabilirsiniz. Tabii kibarlık edip bir şeyler içerseniz iyi olur. :))
FRENCH LOTUS (Butik Otel)
Bizim kaldığımız otel tabiri caizse tam bir ”bohemian” dı. Fransız bir yoga girl’ün işletmeciliğini yaptığı yerden inanılmaz keyif aldık. Hem sahile yürüme mesafesindeydi hem de uygundu. Evimizde gibi rahat ettik. Odamız, kahvaltı, ortak alan, bahçe çok keyifliydi. Plaja gitmek için yürüdüğümüz palmiyeli yolda bir iki bakkal vardı. Bu gezi de her gün tazecik koparılmış muzlar Sri Lanka da bizim için en iyi ara öğün oldu.
French Lotus’da kahvaltıFrench Lotus’da odamızın önünde.
Bu arada Sri Lanka’da yaptığımız en iyi kahvaltı da buradaydı. Tazecik, zevkle hazırlanmış. Otelin aynı zamanda üretimini kendilerinin yaptığı zevkli bir butiği de var. Eğer incelemek isterseniz linkini bırakıyorum. https://frenchlotus-unawatuna.com/
Buradaki en tatlı şeylerden birini daha söyleyeyim size. Made in Ceylon adında çok şeker bir dükkan var. Hediyelik eşyalar, oyuncaklar, defterler, çeşitli taşlardan yapılmış takılar, kartlar, çeşit çeşit dream catcher, el yapımı çantalar. Gittiğim her yerden kağıt üzerine mutlaka bir şeyler aldığım için yine bazı defterler dikkatimi çekti. Sonra bunların nasıl üretildiğini duyunca küçük bir şok yaşadım. Geri dönüşümün alası! Kağıtların tümü geri dönüştürülmüş fil dışkısından elde edilmiş. Böyle bir ürünü elinize aldığınızda yaptığınız ilk şey, koklamak oluyor. :))
KAJU GREEN ECO LODGES
Hayatımda kaldığım en ekolojik otel, bu Sri Lanka Gezi sindeydi. Burada arkamızda tonlarca karbon izi bırakmadan keyifle 5 gün geçirdik. Bahsedecek çok şey var. Kahvaltıdan akşam yemeğine vegan menü çıkartıyor. Sürdürülebilir malzemelerle yapılmış, kendi tarzlarına uygun tabakları, kaşık ve çatalları ile aşırı lezzetli akşam yemekleri unutamayacaklarım arasında. İlgili bir Kaju Green yazısı ve youtube’da videosu var. İzlemek isteyenleri aşağıya alalım.
Kaju Green RoomKaju Green Lodge
DELAWELLA BEACH
Kaju Green’de kaldığımızda bu plaja servisi vardı. Dolayısıyla ulaşmak için ekstra uğraşmadık. Bir Sri Lanka Gezi sinde nerede kalırsanız kalın ama bu plaja gelip bir instagram fotoğrafı çekin. Aşırı fotojenik, incecik kumları ve harika görünümü olan bir plaj.
WİJAYA (DELAWELLA BEACH)
Delawella’daki kayada instagram fotoğrafınızı çektikten sonra kumsalın devamına (doğuya) doğru yürüdüğünüzde başka bir fotoğraf alanına ulaşacaksınız. :))) Burası palmiyenin en tepesine bağlanmış bir halata ayağınızı geçirip okyanusun üzerine doğru sallanma noktası :))) Ama sanırım hemen arkasındaki otele ait. İzin isteyip kullanabilirsiniz :)))
Bu plajlarda kumlara şezlong atan otellerden yok. Yanınıza kuma sermek için bir şeyler alın ve güneşin tadını çıkartın. Eğer isterseniz bazı otellerin barlarında şezlong var. Burada bir yer bulup yeme içme karşılığında dinlenebilirsiniz. Ayrıca plajlara gelirken şapka ve güneş koruyucunuzu yanınıza almayı unutmayın. Yoksa tropikal kokteyl kıvamında çarpılabilirsiniz :))
Son olarak, deniz pürüzsüz, su sıcak ve duru. Ancak diğer çoğu tropikal ülkelerdeki gibi denizde yüzmek heyecansız. Biraz dalgalı ve fazla sıcak. Nerede bizim Akdenizimiz, Egemiz… Nerede Sri Lanka’nın hayal kumsallarının sıcak denizleri? :)))
”Dağların ötesinden geliyorum dedi. Gören insanların topraklarından. İşte oradan, güneşe giden yoldan.” (Körler Ülkesi)
Sahip olduğunuz her şey için şükredin. Çocuklarınız için, eşiniz için, sağlığınız için, saksınızdaki çiçekleriniz için. Başınızı kaldırdığınızda görebildiğiniz kuşlar için. Şarkı söyleyebildiğiniz ve cırcır böceklerini duyabildiğiniz için. Sabah tanımadığınız birine “günaydın” deyin, bir anda mutlu olacaksınız. Bir kere yapın. İnsanlardan kaçmayın, somurtmayın. Birazcık gülümseyin, hepsi bu kadar🌻
Ubud, şükretmek demek bunu anladım. Her sabaha, her kahve çekirdeğine, her pamuk ipliğine ve hissedebildiğimiz iyi-kötü her şeye. Öyle güzel duygular ve farkındalıkla geri döndüm ki, devam ettirdiğim şehir hayatı sanılanın aksine beni daha az yormaya başladı. Önceden olsa geri dönünce üzülür, metrobüse biner sıkılır, en sevdiğin mekanlarda oturacak masa arar strese girerdik. Şimdi daha kabullenmiş ve nerede yaşamak zorunda olduğumuzun farkında olarak döndük. Nefes alabilmek için önce oksijeni solumamız gerektiği gibi ”iyi yaşamak” için bardağın dolu tarafını görebilmeyi öğrenmiş olarak geldik. Trafikten, kalabalıktan ve yorucu her şeyden iyi bir taraf keşfedebilmek. Veya bazı şeyleri olduğu gibi kabul edebilmek, her daim şikayet etmekten daha verimli ve yaşanılabilir kılmaz mı hayatı? İşin felsefe kısmına girmeyeceğim elbet, bu yüzden Bali yazısının devamı olan Ubud için söze başlıyorum.
Sırada şu çok ünlü, dünyanın en pahalı kahvesi olan Luwak Coffee için bir tadım merkezine geliyoruz. Kahve çekirdekleri, vanilya, kakao ve birçok özel bitkinin ağaçlarını tanımakla başlıyoruz. Bu özel kahvenin yaratıcısı minik sansarları görüyoruz kafeslerde. Farklı aromalarda kahve tadımı yapıyoruz. Luwak Coffee hariç tüm tadımlar ücretsiz. Luwak ise 5$
Satın almak isterseniz 50gr’ı 60 tl falandı. Biz almadık. Aldığımız birkaç çay çeşidi ve kahve alışverişleri için bile tüm Bali alışverişlerine yaklaşacak tutarda ödeme yaptık. Sanırım en pahalı harcamamız burada oldu :((
Sırada Pura Gunung Kawi var. Burası çok büyük bir kutsal mekan. Yine içeri girerken sarong bağlıyorsunuz belinize. Bu tapınağın içindeki hava inanılmaz pozitif ve sakin. Gerçekten huzurlu bir mekan. Bunu kemiklerinize kadar hissedebiliyorsunuz. Aynı zamanda Kutsal Su Tapınağı denilen bu tapınakta birçok çeşme var. Kadınların ve erkeklerin çeşmeleri farklı. Bazıları bu çeşmelerin altına girerek yıkanıyorlar. Dilek diledikten sonra havuzun içine bozuk para atmak adetten. Yanımızda hiç bozuk para olmadığı için bir önceki hıdrellezde kurdele ile sarılmış uğur paramızı söküp attık Ali’yle. Arya’ya bunu açıklamakta zor oldu tabi. Bu para neden kurdeleli, havuza ne atıyorsunuz? :))) Umarım dileğimiz tepetaklak olmaz :))
Arya’nın bizi son olarak götürdüğü Tegalalang Rice Terrace, inanılmaz güzeldi. Bali’de heryer pirinç tarlası ancak burası için en gösterişli olanı diyebiliriz. Çok erken saatte gelebilirseniz daha sakin fotoğraflar yakalayabilirsiniz.
Blue Karma Hakkında
Otele vardığımız pilimiz bitmiş, hava kararmıştı. Fakat bahçeye girer girmez bir anda canlandık :)) Evet bekar arkadaşlar; balayında nereye gidelim nerede kalalım dediğinizi çok sık duyuyoruz. Size vereceğimiz cevaplardan 2.si Blue Karma Ubud oldu. Birincisi için; tıklayın ;)) Burası küçük, yeterli, sevimli, sakin, kolay ve rahat bir butik otel. Otel full dolu iken bile havuzda yalnız olabilmek bir lüks. Nasıl oluyor, bizde anlamadık.
Otel genel alanında restoran, havuz, resepsiyon ve odalara ulaşım çok rahat. Avista Hideaway gibi dolambaçlı değil. Odalar bir harika! Farklı boyutlardaki bungalow da sabah uyanır uyanmaz kapımızı açtığımızda terlik giyme zahmetine girmeden çimlere basmak. Birkaç adım attıktan sonra otelin bitişiğindeki pirinç tarlasına günaydın demek ve verandada ormana doğru sabah yogası yapmak. Anlatamayacağım kadar mutluyduk. Her sabah taze bir gün olduğu kadar, mutlu bir gündü. Gün, 6:15 te doğuyordu ve tüm ada bu saatte uyanıp güne başlıyordu. Bir insan nasıl bu kadar enerjiyle uyanır? Uyanır uyanmaz yapraklardan süzülen gün ışığını yüzümde hissettiğimde yaptığım şey; güneş dansı yapmaktı. Gülebilirsiniz 🙂 Ama bana göre bu; kesinlikle mutluluğun göstergesiydi. İnsan ancak çok mutluysa sebepsizce dans eder, değil mi? :)) Her sabah çimlere basıp koşuşturmak, bazen görevliler tarafından yakalanmama sebep oluyordu. Karşılıklı gülümsemeler, kıkırdamalar, good morning ler havada uçuşuyordu. Ne güzel bak, mutluluk bulaşıcıymış!
Monkey Forest
Bugün çok ama çok meraklı bir yere gidiyoruz :)) Kutsal maymun ormanı! Monkey Forest, Ubud merkeze çok yakın bir bölgede. Merkezden yürüyerek gidilebiliyor. İçeri giriş cüzzi bir ücretle. Girdiğiniz gibi irili ufaklı maymunlarla karşılaşıyorsunuz. Muz satan bir stant var, muz alın ama hemen çantanıza koyun. Görürlerse hemen size doğru koşuşturuyorlar. Panik olabilirsiniz :)) Buraya Ali’nin panik videolarını eklemeyi çok isterdim ama neticede kocam :)) Minik olanları gözünüze kestirin ve çantanızdan muzu çıkartıp elinizde tutun. Hiçbir kötülük yapmadan üstünüze çıkıp muzu alıp iniyorlar :)) Amaç sadece muza ulaşabilmek 🙂 Bununla ilgili bir videomu buraya iliştiriyorum, izleyiniz 🙂
Sari Organic Yolunda
Ertesi gün, Ubud’a gelmeden önce araştırarak bulduğumuz ve çok tavsiye edilen bir restoranı görmek için yollara koyuluyoruz. Burası merkez de değil, hatta yol üstünde bir yerde de değil. Haritadan baktığınızda pirinç tarlalarının orta yerinde bir yer gibi duruyor. Ne şanslıyız ki otelimizden buraya giden bir patika yol mevcut. Genelde sadece bir kişinin yürüyebileceği genişlikteki patikayı yayalar, bisikletliler, bazen de motorlar kullanıyor. Tabi ki en başta Ali’nin tereddütleri vardı. Ama ben Japonya’da bile en gizli tapınakları elimle koymuş gibi bulan biri olarak kendime güveniyorum. Ve tabiiki telefonumun navigasyon mucizesine :))
Yürüdükçe patika güzelleşti. Yürüdükçe harika villalar, minik resim galerileri ile karşılaştık. Yeşilin elli tonu, okula giden sırt çantalı minik balililer ve bisikletle işine giden amcalar teyzeler gördük. O kadar çok yürüdük o kadar yorulduk ki, yorgunluk-mutluluk birbirine karıştı. Burası Ubud’un çekirdeğiydi ve diğer her yer buradan büyümüştü. Burası sanki Alice’in içine düştüğü çukur gibiydi. Ördekler, kulübeler, cafe mi meditasyon evi mi karar veremediğimiz mekanlar, sükunetle enerjinin karma karışık hissi vardı. Üzerinde yürüdüğümüz patikanın bu dünyada asla ve asla var olmayacak kadar ruhani olması garipti. Eğer biz Alice harikalar diyarındaysak, lütfen kimse bizi bu çukurdan çıkarmasın! Hissettiğimiz tam olarak buydu. Eğer bu patikayı keşfetmemiş olsaydık, Ubud bizim için biraz daha farklı olabilirdi.
Kim burada yoga yapmak istemezki? Babam buradan geçiyor olsaydı eminim o bile isterdi :))) Sonunda istediğimiz yere ulaştık. Ve pirinç tarlasına sarkan balkondaki bir masaya kurulduk.
Ubud Merkezde harika bir nilüfer bahçesi var. Gizli biraz. Ama kime sorsanız gösterirler. Gezmeden geçmeyin.
Yine gelmeden önce merak ettiğimiz yerlerden biri de Goa Gajah Temple’dı. Fil tapınağı olarak da geçiyor. İlginç bir mağara. İçi küçücük. Görünce bu mu yani dedik ama dışı gerçekten orijinaldi. Buraya da otelden taksi ayarlayarak ve gezi boyunca bizi beklemesini söyleyerek gittik. Bali’ye gelip yapmadığımız için çok ama çok üzüldüğümüz şey neydi? Kesinlikle ağaç oymacılığı üzerine yeteri kadar yer gezmemiş olmamız. Bunun için ayrı bir bütçe ayırarak buraya gelmek gerekli. O kadar iyi sanatçılar ki, yaptıklarını görmeniz gerek. Kapılar, masalar, sehpalar farklı birçok büyük ev eşyaları. Evinize gönderim konusunu sakın dert etmeyin, her şeyi düşünüyorlar. Sadece acele etmeyin yeter.
Gootama Sokağı
Ubud merkezde barlar sokağı gibi bir sokak var. İsmi Gootama. Bu sokaktaki tüm restoranlar harika. Hepsini tek tek yazamasam da (bir çoğuna girdik) keyifliydi. Fakat yoğun saatleri var. Özellikle akşam yemeği saatlerinde bunların birçoğu full oluyor. Mesela tripadvisor mükemmellik sertifası olan Biah Biah için öğlen saatlerini tercih etmiştik. Ayrıntılı halini Bali Food yazısından okuyabilirsiniz.
Ve yine aynı sokakta bitişik restoran. Burada harika ballı, çubuk tarçınlı özel karışım bitki çayları var. Dikkat edin, bazen çubuk tarçınlara karıncalar ortak olabiliyor.
Her şeyiyle kalbimizi kazanan Bali ve özellikle Ubud… Tavsiyeler konusunda yine Ebru’ya ve Nihan’a teşekkürler. Buradan yolu geçenler olarak onlarda kalplerinden bir parçayı Ubud’da bırakmışlar. Tüm Ubud severlere ortak dileğim, yolumuz en kısa zamanda tekrar düşsün inşallah! Hatta hep birlikte :))
Yemyeşil bir ormanın içinden bir dağın tepesine turuncu kapıları geçerek tırmandığınızı düşünün. Burası bence Japonya’nın en güzel şinto tapınağı. Bu turuncu kapılar, yani toriler eskiden pirinç ve sake tanrısına adanıyormuş. Sonralarda ise başarılı iş adamları ve şirketler adak adayarak isimlerini bu kapılara yazdırıp koyduruyorlarmış. Fushimi Inari de dilek dileyenlerin dilekleri olunca isimlerinin yazılı olduğu bir kapı adıyorlarmış. Böyle böyle Kyoto’daki Inari dağının tepesine kadar binlerce kapı oluşmuş.
Kyoto’nun en eski ve en popüler tapınaklarından biri burası. 24 saat açık ve giriş ücreti yok. Çok erken bir saatte gelmek mantıklı, yoksa okul kıyafetleriyle öğrenciler tapınak ziyaretine geliyorlar. Biz sabah saat 8 gibi gelmemize rağmen öğrenciler vardı.
Bu uzun yürüyüşü katlanılabilir hale getiren ara duraklar var. Buralarda çay içebilir veya mum yakarak dilek dileyebilirsiniz.
Şehrin kültürel benliğinde yer etmiş bazı bölgeler özellikle ziyaret edilmeyi hakediyor. Zamanın olmadığı içsel bir yolculuk için yüzlerce turuncu kapının olduğu Fushimi bölgesine gelmeniz size çok kıymetli anılar kazandıracak.
İpek, renkli kimonolarına sarınmış estetik davranışlı japonlar, ayaklarına geçirdikleri yüksek tahta takunyalarla Kyoto ‘nun dar ve kablolu sokaklarında hızlı hızlı yürürler. Güneşli bir günün kaçınılmaz aksesuarı olan şemsiyesi ile, köşe başında kaybolan kuş desenli kimonolu geyşanın, ensesinde sıkı sıkıya toplanmış koyu renk saçları, bu mesleğin ne kadar disiplinli olduğunu hatırlatıyor.
Geyşalık 11.yüzyılda savaşçıları ve önemli devlet adamlarını eğlendiren kadınlar olarak tanımlansada, ayrıntıları bundan daha derinde. Sosyal yetenekleri iyi olan küçük kızlar japon adetlerine göre nasıl yürüyeceği, nasıl yemek yiyeceği ve nasıl dans edeceklerini içeren katı bir disiplin ile yetiştiriliyorlar. Enstürman çalmak, şarkı söylemek, çay servisi etmek ve dans etmek gibi hünerlerini en iyi şekilde sergilemeleri eğitimin bir parçası. Bir geyşanın en büyük amacı konuklarını eğlendirmek olup, konukların çalışma alanları, hobi ve ilgi alanlarıyla bilgi sahibi olmalılardır. Yüzlerine yaptıkları solgun makyaj duygularını gizleme amacı taşır. Sanıldığının aksine geyşalık çok emek isteyen ve saygın bir meslektir.
Kyoto yazısına geyşalıktan başlama sebebim; bu şehrin Japon kültürünü iliklerinize kadar yaşatması. Japonya’ya gelmeyi düşünen herkesin yolunun mutlak surette bu şehirden geçmesi gerektiği.
Japonyadan geleli neredeyse 1 ay olmasına rağmen yazmaktan korktuğum bu şehrin bana hissettirdiklerini nasıl anlatacağımı bilemedim. Bilgisayarımı açıp çektiğim fotoğraflara baktığımda objektifimin gördüklerimi aynı güzellikte yansıtmadığını farkettiğimde büyük bir hüsrana düştüm. Ne şekilde anlatsam da insanlar buraya gitmek için can atsa, çok sevse? Eminim, nasıl yazarsam yazayım, ne fotoğraflar ne de anlattıklarım bu şehrin güzelliğine yetmeyecek. Kyoto her zaman her şeyden daha güzel olacaktı.
Osakadan kalkan JR trenimiz ile 45 dakikada Kyoto Station’a ulaştık. Bu küçük şehre ancak böylesi güzel bir istasyon yaraşır. Otobüs numaralarının yazılı olduğu tabela çıkar çıkmaz bizi karşılıyor ve görevli minik japon amca tüm yardımseverliğiyle gülümsüyor. Kalacağınız otelin ismini söylerseniz o da size hangi otobüse binmeniz gerektiğini söylüyor. Hani o tüm japonyada kullandığımız JR tren biletleri var ya, onu cüzdanımıza kaldırıyoruz. Çünkü bu şehirde ulaşım tamamen otobüsle. Otobüs bileti makinesinden günlük 500 yene bilet alırsanız tüm gün başka bilet almaya gerek kalmadan otobüsleri kullanabilirsiniz. Otobüslere arka kapısından biniliyor. İneceğimiz durağa geldiğimizde beyaz eldivenli otobüs şoförüne biletimizi gösterip iniyoruz. Her ana durakta en az 3 tane 60 yaşın üstünde amca duruyor, görevli. Küçük bedenlerinden yansıyan büyük hareketlerle bineceğimiz otobüsü, ineceğimiz durağı, sağdan soldan yürüyeceğimiz yolları anlatarak bize yardım ediyorlar. Japonların yardımseverliği şimdiye kadar gördüğüm ırklar içinde en aşırısıydı 🙂 Bunu Osaka yazısında daha iyi anlatmıştım.
Birçok yerde tourist information office var. Herhangi birinden bir harita alın. Gezilecek yerler konusunda da yardımcı oluyorlar. Gerçi Kyoto’da her tapınak, her sokak,her dükkan bir gezilecek yer. Hatta bizim yaptığımız gibi günün bir saatinde Starbucks’da yeşil çaylı latte içerken caddeden yürüyen japonları izleyin. Bir film setinde olduğumuzu hissettirmeye yetiyor.
Japon kültürünü tüylerinizin ucuna kadar hissettiren, üst üste dünyanın en güzel şehri seçilmiş Kyoto’dasınız. Eğer bütçeniz varsa burada geleneksel japon otelleri olan Ryokan’larda kalmak çok keyifli olacaktır. Biz de böyle bir tercih yapmıştık, bunu Kyoto’da Yemek ve Konaklama yazımda okuyabilirsiniz. Peki Japonya’nın bu güzelim şehri Kyoto’da nereler gezilmeli? Daha önce de söylediğim gibi burada her yer görülecek yer ama birbirine yakın önemli noktaları aynı gün içinde daha verimli gezmeniz adına yaptığımız Kyoto Rotası’nı burada paylaşıyorum.
1.GÜN
Kinkaku-ji Temple (Golden Pavilion)
Ryoan-ji
Ninna-ji
Tenryu-ji
Bambu Ormanı
Okochi Sanso Garden
Pontocho Bölgesi
2.GÜN
Nijo Castle
Ginkaku-ji
Filozof Yolu
Nanzen-ji
Yasaka Shrine
3.GÜN
Fushimi Inari Taisha
Kodai-ji Temple
Kiyomizu-dera
Gion Bölgesi
Birinci Gün
Erkenden en görkemli tapınak olan Kinkaku-ji ye doğru yol aldık. Üst iki katı altın kaplama olan bu parlak tapınağın içine giremiyorsunuz. Zaten çok da lazım değil. Lakin burada görülecek şey köşkün hemen önündeki gölete yansıyan görüntüsü ve o estetik havalı japon bahçesi. Bu tapınak bence fazla görkemli olduğundan istediğimiz dinginliği burada hissedemedik. Ama bir sonraki tapınak var ki.. Ali’yi oradan çıkaramadım. Biraz daha biraz daha duralım derken zamanın çoğunu burada harcadık. İsmi; Ryoan-ji. Birçok kişi aksine görkemli Kinkaku-ji’yi parlatırken biz sönük Ryoan-ji’den ne anladık? Huzur.. sevgili dostlar.
İsminin anlamı bile Huzurlu Ejderha Tapınağı. 1500 yılında yapılmış bu tapınakta inanılmaz bir sükunet ve huzur vardı. Ağaçlar, çiçekler, göletler, minik köprüler, her yerde bir Zen ruhu hakimdi. Tapınağın içinde ayakkabılarınızı çıkarıyorsunuz. Burada 15 yosun tutmuş iri kaya parçasından oluşan bir kaya bahçesi var. Bu bahçenin hangi tarafından (tepeden hariç) bakarsanız bakın on dört kaya sayabiliyorsunuz. Sadece aydınlanmaya ulaşabilenlerin on beşinciyi görebildiğine inanılmaktaymış. İşte bunu bilen sevgili eşim, on beşinciyi görebilmek uğruna terası bir uçtan bir uca dolaştı :)) Böyle olunca da elbetteki en çok zamanı bu kaya bahçesinin karşısındaki terasta oturarak ve kaya sayarak geçirdik :)) Fakat öyle bir şey ki sırf bununla bile nefis bir huzur duyduk. İşin sırrı kayalarda bence :)) O yüzden Kinkaku-ji’nin şehvetine kapılmayın. Ryoan-ji’nin felsefesini çözmeye, buraya gelin.
Tapınakları sırasıyla gezdiğimizde en son Bambu ormanına geliyoruz. Burası insanı içine çeken, kulaklarınıza bambulardan çıkan rüzgar sesinin çalındığı, güneşin içeri zorlukla sızdığı büyülü bir orman. Burada bulunduğumuz için çok şanslıyız. Sonrasında Arashiyama’nın o güzelim nostaljik trenine binerek bu büyülü masalın derinliğinden yavaşça yeryüzüne ulaştık.
İkinci Gün,
50 numaralı otobüse binerek kaleye yol aldık. Kalenin geniş bir alanı var, içindeki hediyelik eşya satan dükkan, diğer tapınaklara göre en ucuzuydu. Bence hediye işini bu dükkana bırakın 🙂 Eğer vaktiniz varsa önceden internetten rezervasyon yapmanız şartıyla Kyoto Imperial Palace’ı gezebilirsiniz. Ben rezervasyon yapamadığım için gitmemiştik.
Kalenin ardından Gümüş Villaya ulaştık. Burası bir huzur deposu. Dağın eteklerine kurulmuş 1400lü yıllarda yapılan bu tahta yapı, japon bahçeleriyle süslenmiş, yeşillerle bezenmiş, su şırıltılarıyla zenginleştirilmiş. Zaten Japonya da her yerde bir su şırıltısı mevcut. Ben bu tapınaktaki taşlara su akan çeşmenin bulunduğu yerde yine çok oyalandım. Suyun sesini videolamalar falan, tam bir Zen keşişi kıvamındaydım. Az daha dursaydım galiba Ryoan-ji’deki on beşinci kayayı görebilecektim :))
Ah bir de filozof yolu yapmışlar ki buradaki ev fiyatlarını araştırmama sebep olan :)) Özellikle kiraz mevsimi için gidilmesi şart olan kuzeydeki bu bölge, hayatı sorgulamak için size yardımcı olacak. Boş zihin ve sessizlik size paralel bir dünya yaşatabilir. Japon düşünür Nishida Kitaro, her gün Kyoto Üniversitesi’ne ders vermek üzere giderken meditasyon yaparak bu yolda yürürmüş. Sağlı sollu taş patikaların arasındaki kanaldan japon balıkları ile dolu kanal. Bu huzur dolu yolda hayatın anlamını sorgulamak eminim Kitaro için zor olmamıştır.
Devamında Nanzen-ji tapınağı görülmeye değer. Ama zaten yol üstünde bir sürü tapınak olacak. İstediğinize girip gezin, tapınaklara doyun inşallah :)) Listede en son Yasaka Shrine var. Burası Kyoto’nun merkezinde, hatta her gün yoldan geçen japonları izlemek için oturduğumuz Starbucks’ın çok yakınında olan bir Şinto tapınağı. Unutmayın; turuncu kapılar gördüğünüz tapınaklar şinto, diğer ahşap yapılı olanlar ise budist tapınakları.
Gelelim Üçüncü Güne.
Sabah yüzümüzü yıkadığımız gibi kendimizi Fushimi Inari yollarına atıyoruz. Görmeyi en çok istediğim tapınak diyebilirim burası için. Çok sevdiğimden ayrı bir yazıda anlattım :)) Yazı için; tıklayınız.
Öğleye kadar burada vakit geçirdikten sonra Kodai-ji ve Kiyomizu-dera ya geçtik.
Kiyomizu-dera;
Birçoğu gibi UNESCO dünya mirası listesindeki bir budist tapınağı. 2007 yılında dünyanın 7 harikasından birine aday gösterilmiş. Uzaktan bakıldığında öldüresiye yeşil bir doğanın içine kondurulmuş devasal bir ahşap yapı olarak görünüyor. Dağdan inen saf suyun 3 ayrı yoldan tapınak bahçesindeki gölete akması sebebiyle saf su tapınağı olarak adlandırılmış. İnanışa göre bu şelaleler bilgi, sağlık ve uzun ömrü simgeliyormuş. Buranın bir de hikayesi var. 13 metre yükseklikten atlayan bir kişinin tüm dileklerinin gerçekleşeceğine inanmaktalar. Bu yüzden geçmiş yıllarda birçok atlayış kaydedilmiş ancak günümüzde bu gelenek yasaklanmış.
Bu kadar tapınak yeter dedikten sonra artık yürüye yürüye Gion’a ulaşıyoruz. Gion bölgesi, Kyoto’nun kalbi, Japonya’nın nefesi gibi adeta. Her yer yaşantıyla çevrili. Fütüristik karakterli japon mimarisi yapılardaki kapalı kapılar merak duygusunu tetikledikçe tetikliyor. Her köşe başını döndüğünüzde o daracık sokaklarda bir geyşa belirecek duygusu. İnanın bana, buradaki kapılarda bekleyesim var. Her an bir kapı açılacak ve içeriden beyaz makyajı ve simgesel saç toplamasıyla bir geyşa çıkacak beklentisi. Günümüzde çok çok az kalan bu kadınları görmek, büyük bir şans olsa gerek.
Kyoto’nun genelinde olduğu gibi bu bölgede de geleneksel giyimli bayanlar ve beyler sokaklarda yürüyor. Tapınaklara giderken, özel günlerde veya hafta sonları bu şekilde giyinmeye dikkat ediyorlar. Gerçek bir geyşa göremeseniz bile kimono giymiş japonlarla yürümek harika. Gion’un orijinal dükkanlarını gezmek, yeşil çay içip biraz sohbet etmek çok çok keyifli olacak. Kim bilir, eğer bu şehri kalbinizle hissedip çok severseniz, gerçek bir geyşa bile görebilirsiniz ;))
Tekrar gelmek umuduyla… Hoşçakal GÜZEL ve NAZİK şehir.
Kyoto ve çevresi fotoğraflanacak çekici görüntülerle dolu. Mükemmel uyumu yakalamış her evin bahçesi gerçek Japon zevkini yansıtıyor. Şırıl şırıl akan sular minicik yapay göle dökülürken evin girişine bağlanan yolun etrafını taşlar ve bakımlı çiçekler süslüyor. Kağıt fenerlerle ışıklandırılmış sokaklar, ilkbaharda suyun kenarına dizilmiş ağaçlardan sarkan sakuralar, çay evlerinin bayrakla örtülmüş kapısı Kyoto’ya güzellik katıyor. Öyle ki, bir şehre aşık olmanın gerçekliğini yaşıyorsunuz. Okumaya devam et WALKING AROUND KYOTO
Pedal çeviren çekik gözlü narin insanlar, çılgın büyüklükteki caddedeki kırmızı ışıkta yavaşlayıp duruyor. Araçların beklemeye geçmesiyle yolun iki ayrı tarafındaki birbirinden özgün giyimli minyatür japonlar pıtır pıtır karşıya yürümeye başlıyor. Hızlı adımların bitmesi ve yeşil ışığın görünmesiyle sürücüler sırasıyla gaz pedalına dokunuyor. Ve trafik tekrar akıyor.
Bu düzen, günün her saatinde büyük bir kurallılıkla devam ediyor. Öyle ki, yol boş olsa bile yayalar kırmızı ışıkta bekliyor. Caddelere bağlanan küçücük sokak başlarında bile yaya geçitleri ve trafik ışıkları var. Bunu neden böyle ilginç bir şeymiş gibi anlatıyorum? Çünkü bu karşıdan karşıya geçme dakikaları gerçekten bir film sahnesi gibi Japonya’da.
İstanbul – Osaka uçağı her gün bir kez gece seferini yapmakta. Varış Osaka saati ile 18:30. Her zamanki gibi gezi günlüğümüzün plan kısmında göreceğimiz tapınaklar, yiyeceğimiz yemekler, eğleneceğimiz yerler yazılı 🙂 Plan dahilinde 6 gün içinde 4 şehir gezeceğiz .
1.ve 2. gün – Osaka.
3.gün – Nara ve Kobe
4.5.6. gün dünyanın en en güzel şehri (gerçek anlamda en güzel şehri seçilmiş) olan Kyoto.
Bu yazıda sadece Osaka’yı anlatacağım. Osaka; Japonya’nın Tokyo dan sonraki ikinci büyük şehri. Burada deniz doldurularak bir havalimanı yapılmış. Kansai Havalimanı. Uçağı bu piste indirmek bence iyi bir tecrübe istiyor olmalı. Piste tepeden bakınca, içinizden bu pilot bu alana nasıl inecek diye geçiriyorsunuz. Ama sanırım şimdiye kadarki en iyi inişlerden birini gerçekleştiriyoruz. Lakin tekerlek açılma sesi bile yere çarpma sesinden daha çok gelmişti 🙂
Japonya’da Ulaşım
Ultra gelişmiş tren hatları, metrolar sadece şehrin değil tüm ülkenin her yerine rahatlıkla ulaşmanızı sağlıyor. Örneğin Tokyodasınız ve aniden Osakaya gitmek istiyorsunuz ama uçakta yer yok. Yada o gün uçmak istemiyorsunuz, uçak korkunuz var. Yada canınız tren seyahati yapmak ve o güzel vagonlarda ağzınızın tadı ile lezzetli sushiler yemek istedi. İşte hava yolu şirketlerine büyüüük bir rakip! Çünkü neredeyse aynı sürede istediğiniz yere hem havadan hem karadan ulaşabiliyorsunuz. Dünyanın en hızlı treni işte tam burada, Japonyada. Shinkansenler!
İşte bizim Kansai Uluslararası havalimanından Osaka şehir merkezine gitmemiz, bu kültürün ne kadar yardımsever olduğunu anlamamızın hikayesi böyle başladı…
Önce havaalanında bir wifi kutucuğu kiraladık. Burada internete bağlı bir harita işinize çok yarayacak. Çünkü gerçekten çok ama çok az kişi ingilizce biliyor ve bunca insan arasında o kişiyi bulabilmeniz olasılığı bence çok düşük. 6 gün için internete ödediğimiz para 11000 YEN. (275 lira). Evet gelmeden önce dünyanın en pahalı şehrine geleceğimizi iyi biliyorduk 🙂
Sonrasında JR PASS ofisinde 3 gün tüm JR trenlerinde geçerli olan Osaka Area Pass bileti aldık. Tek kişi için 5300 yen.(133 lira) Ulaşım için oldukça pahalı. Zaten Japonya’da en pahalı şey ulaşım ve konaklama. Gerisini bir şekilde halledebiliyorsunuz. Bu bileti satın alırken geçerli olacağı tarih aralığını siz seçiyorsunuz. Biz zaten akşam geç bir vakitte şehre ulaştığımız için biletimizi bir ertesi gün başlattık. O akşam şehre trenle ulaşmak için ayrı bir bilet daha satın aldık. Böylece 3 günlük pass’ı daha verimli kullanabiliyorsunuz. Bilgi kurcalamak için buraya tıklayabilirsiniz.
Biletlerimiz tamam, şimdi onca perondan doğu olanı seçip şehir merkezine sonrasında da otele ulaşacağız. Bindiğimiz trende bir çiftin karşısına oturduk ve ”Osaka Station?” diye teyit alma ihtiyacı hissettik. Bilemezdik ki bu sevgili güzel japon kardeşlerimiz bir yardım meleğine bu kadar kolay dönüşecek. Bize artık daha fazla yardım etmemeleri için japonca kelimeler arayacağımızı bilemedik a dostlar. Olay bizim onlardan bu teyidi almamız ve kendi aramızda istasyonları haritadan kurcalayıp birkaç istasyon ismi telafuz etmemiz ile başladı. Karşımızda oturan bu dünya tatlısı çift ineceğimiz istasyonu tekrar ederek telefonlarında birşeyler aramaya başladılar. Arada da bize bakıp japonca konuşuyorlardı. Bir süre araştırdıktan ve aralarında tartıştıktan sonra gülümseyerek kalem istediğini belirtti. Çantamdan çıkardığım kalem ve defteri görünce ikiside çok şirin bir şekilde gülümseyerek mutlu oldular. (sanki biz onlara yardım etmişiz gibi) Sonra çocuk, defterime japonca brişey yazıp altına ingilizcesini biraz zorlanarak da olsa yazdı.
Birkaç satırdan sonra anladığımız şey bizi çokça şaşırttı.
Çocuk otelimize gitmemiz için bineceğimiz ve change yapacağımız istasyonları saatleriyle birlikte yazmış. Yan sayfaya da eğer kaybolursak diye japonca yönlendirme yazısı yazmıştı birilerine gösterip okutup soralım diye. Bunu da bize daha çok japonca, 1-2 ingilizce kelime ve çokça beden diliyle anlatmışlardı :)))) O kadar zaman harcamışlardı ki otelimize ulaşabilelim diye, sonradan hatırladığımız bir bilgiyi onlara söyleyemedik bile. Direk Osaka istasyonunda inseydik, otelin shuttle servisi bizi otele kadar götürecekti halbuki.
Sonra bir durakta bize yine beden diliyle inmemizi söylediler. Baktık ki çizelgedeki istasyondayız ve onlarda bizle beraber iniyorlar. Ellerinde de belliki başka bir şehirden gezmek için geldikleri belli olan kırmızı bavulları var. Bizle indiler ve bizi başka bir perona götürdüler. Tekrar çizelgeyi kontrol ettiler, trenleri aralarında teyit ettiler ve gülümseyerek treni gösterdiler. O sırada biz sakladığımız bilgiyi paylaşmak durumunda kaldık. Osaka istasyonuna gidersek otelin shuttle’ı olduğunu çokça beden dili kullanarak anlattık. İkisi aynı anda büyük büyük gülümserken derin bir ohh çektiler ve başlarını sallayarak onları takip etmemizi istediler tekrar. Biz elimizde bavulumuz, onlar ellerinde bavulları istasyonun merdivenlerini tekrar tırmanırken bize son kez yardım etmiş olmalarını dileyerek peşlerinden gittik. Doğru trenin kapısına geldiğimizde defalarca teşekkür ettik ve ellerini sıktık. Trene bindiğimizde kapılar kapandı. Tren hareket ederken hala büyük büyük gülümseyerek arkamızdan bakıyorlardı. Bize gerçekten tüm sempatiklikleriyle el sallıyorlardı.
Osaka’da neler yapılır diyecek olursak, biz fazla bir şey bulamadık ama 3 önemli nokta var. Biri Osaka Kalesi, diğeri Akvaryum bir diğeri de Universal Stüdyoları. Kısıtlı zamanımız olduğu için, biz sonuncuya gitmedik. Geç bir saatte geldiğimiz için ilk gün otomatikman geçti bile.
Ertesi sabah erkenden otelimize en yakın JR durağından atlıyoruz trene ve Osaka Castle için yola çıkıyoruz. Bu arada Ali, Osaka’nın ilk gezi günü için özel bir kıyafet giyiyor üzerine. Ondan mutlusu yok :)) Uzun bir yürüme sonunda kaleyi görüyoruz. Kale; 1585 – 1598 yılları arasında yapılmış. Dışarıdan 5 katlı gibi görünüyor ama aslında 8 katlı. Şimdiki haline gelene kadar çokça kez yenilenmiş ve yanı başına çok teknolojik bir asansör kondurulmuş. Bence orijinalliğiyle fazlaca oynanmış. İçine girmekten vazgeçip dışarıdan fotoğraflıyoruz. Giriş: 600 yen.
Hemen kaleden ayrılıp Akvaryum’a doğru yola çıkıyoruz. Dediğim gibi JR biletleri sayesinde cebinizden ekstra bir harcama çıkmıyor. (Daha ne çıksın! dediğinizi duyar gibiyim) Eğer metroda kullanmak istiyorsanız onun içinde 1 günlük passlar var. 500 yen verip tüm gün metrolara binebiliyorsunuz.
Osaka Aquarium Kaiyukan
Dünyanın en büyük akvaryumlarından birindeyiz şimdi. Tepeden başlayıp aşağı doğru inilerek gezilen bir sisteme göre yapılmış. İçinde 580 türden oluşan bir canlı çeşitliliği var. Balina’da dahil :)) Burası çocuklar kadar büyüklerinde ilgisini çeken, hatta büyüklerin daha fazla şaşırdığı bir su altı belgeseli. Bu mavi dünyanın içinde uzunca bir zaman geçireceğinizi bilerek planlama yapın.
Japonya bir ada ülkesi. Denizden çıkan her şeye büyük saygı duyuyorlar ve aynı zamanda da yiyorlar 😀 Tüm bahçe süslemelerinde japon balıklarını kullanıyorlar. Bunu Özellikle Kyoto yazımda daha iyi göreceksiniz.
Akvaryumun hemen bitişiğinde Tempozan Dönme Dolabı tüm heybetiyle gülümsüyor. Ancak Ali’yi o dönme dolaba bindirebilmek elbetteki imkansız olduğundan tepesinden gözlenen Osaka manzarasını sizinle paylaşamıyorum.
Akşam; Osaka’nın kalbi Dotonbori bölgesine gidiyoruz. Burası cıvıl cıvıl, renkli ve çokça haraketli bir bölge. En ucuzundan en pahalısına bir sürü alışveriş mağazası var. Akşam yemeğimizi sokaktaki şişe geçirilmiş ahtapot, ıstakoz gibi deniz ürünlerini tadarak geçiştiriyoruz ve iyiki de böyle yapmışız diyoruz.. Bu ızgara deniz ürünlerini tatmak için bile bu bölgeye gelinebilir.
Son olarak Japonya’dan aradığımız şeyi Japonların değimiyle Ooooosaka’da bulamıyoruz. Ama ertesi gün, bakın neler oluyor?? :))
Kocaman yeşil bir parkın içinde sihirli bir geyik sürüsü yaşar. Elimde haritam yanımda geyiklerimle Tenryuji Tapınağını arıyorum. Çiseleyen yağmur yüzünden Ali şemsiyemizi tutuyor. Bense yağmurluğumu giyip rahatça dolaşmak istiyorum ama ne mümkün. Bu minik güzeller oradan buradan bizi dürtükleyerek yiyecek bir şeyler istiyor. Parkın içinde satılan bisküvilerden 2 paket alıp yolumuz boyunca geyikleri besliyoruz. Ama bir şartı var. Asya ülkelerinde alışkanlık olan selamlaşma burada da öncelikli. 3 kere selamlaşıyorsunuz, sonra biskuviyi veriyorsunuz. Nara ‘da tapınaklar arasında dolaşırken size eşlik eden bu güzel hayvanlar çok eskiden beri Tanrı’nın habercisi olarak görüldüğü için kutsal kabul ediliyor.
Burası dünyanın en güzel şehri olmalı! İstasyondan parka giden yolda sağlı sollu şirin dükkanlar sizi içeri davet ediyor. Japon kağıtları, kaligrafi kalemleri, kaplama kağıtları, sıvı veya çubuk mürekkepler, origami kağıtları.. Allahım burası bir cennet. Neyseki kendimi kaybetmeden önce derin nefes almayı ve on’a kadar saymayı öğrenmiştim. Suratımızdaki şaşkın ve taktir etmiş ifadeyle bir dükkandan heyecanla çıkıp ötekine giriyor,beğendiğimiz onca şeyden hangisini alacağımızı kestiremiyoruz. Her yerde geyikli kumaş peçeteler, bebek mama önlükleri, cüzdanlar,çantalar hatta perdeler var. Hala kısıtlı zaman yüzünden o güzelim dükkanların hakkını veremediğimi düşünmekteyim.
Tapınaklar ve müzeler buraya gelmek için sonraki seçenekler. Çünkü Japonya’da gezmeniz için bolca tapınak olacak zaten. Bence buraya geyiklerle vakit geçirmek,özgün ve butik dükkanlarında alışveriş yapmak ve garip gelecek ama dünyanın en güzel rögar kapaklarını görmek için gelin.
Tekrar gelmek umuduyla trenimize bindiğimizde yüzümüzde hala tuhaf bir gülümseme vardı. Güzel anılar edindiğimiz Nara, adı gibi fantastik dünyasından bize el salladı. Karnımız acıkmaya başlamıştı ve dünyanın en güzel eti birkaç km ötede bizi bekliyordu.
KOBE ETİ
Sadece Wagyu ırkına ait sığırlardan elde edilen bu efsane et için geliyoruz Kobe’ye. Sadece bu eti yiyebilmek için. Özelliği ise şu; şehirden ve trafikten uzak sessiz çiftliklerde sırtları sıvazlanarak büyütülüyorlar bu sığırcıklar. Efendim bunu mecazi algılamayın. Her gün belli saatlerde bira içirilen bu sığırlara bakıcıları düzenli masaj yapıyor. Yapılan bu masaj sayesinde etlerinin üzerindeki yağ dokusu içeri doğru dağılarak kasların liflerine doğru yayılıyor ve ince dokudaki yağı yoğunlaştırarak etin kalitesi arttırılıyor. Bir rivayete göre de klasik müzik dinletileriyle sığırların stresi azaltılıyor. Şimdi bunları öğrenince heyecanımız daha da arttı ve kendimizi Kobe Steak restoranında bulduk.
Ocağın başına geçtik ve tane tane pişen sebzelerin, etin nasıl servis edildiğini,etin kesilirkenki yumuşaklığını, sarımsağın yağla karışmış kokusunu ve ocağın sıcağını yüzünüzde hissettik. Ağzımızda dağılan bu lokmalar tabağımızdan azaldıkça,bu tadı unutmamak için belleğimizi zorladık. Fazla söze gerek yok. Gelin,bu efsane eti yerinde yiyin.
Restoran: Steak Land (Kobe JR istasyonuna 5-6 dk. yürüme mesafesinde)