Glutensiz Badem Kurabiyesi’ne geçmeden önce anlatmam gereken bir şey var. Badem sevgim, sağlıklı beslenme özeni göstermeye başladığım zamandan çok öncesine dayanıyor aslında. Babannem’in vitrinin alt katında sakladığı çiğ badem içleri uslu kız olmam, küçük ev işlerinde babanneme yardımcı olmam şartıyla kazandığım ödül niteliğindeydi. Daha çok küçükken bile sıkıcı bir kız gibi görünüyor olabilirim. Babanneden, Halley’den çok çiğ badem istemek… :)) Küçük avucuma sıkıştırabildiğim kadarıyla çiğ badem’in içi hafif serin nemli ve tatlı dokusunun bıraktığı histen hep çok hoşlanmıştım. Babam bir kuruyemiş canavarı olarak kendine ayrı kavrulmuş badem bana ayrı çiğ badem alırdı. Bazı akşamlar avucuma birkaç badem tutuşturup ”bak bu senin sevdiğinden” der, sağlıklı atıştırmalıklarıma daha o zamanlardan gizli destek olurdu :)) Biliyorum, sıkıcı :)) Çocuk dediğin böyle şeyler yemez.
Neden?
Çikolata, şekerleme veya bisküviler daha eğlenceli diye mi? Kola ve hazır meyve sularının daha tatlı ve (hala nedenini anlamadığım şekilde) çekici gelmesi mi? Yoksa, bizde trans yağ, koruyucu ve renklendirici yok deyip mutlulukla bir ilgisi olduğunu düşünen çikolata markalarının sizi derinden etkilemesi mi? :)) Kendi beğeni ve alışkanlıklarımızı ödül olarak verirsek hiçbir zaman doğru ve sağlıklı beslenen çocuklar yaratamayız.
Öncelikle söylemeliyim. Glutensiz Badem Kurabiyesi gayet yağlı. Bu asla gözünüzü korkutmasın. Çünkü yağın tamamı tahinden geliyor. Tahin’in çok önemli bir özelliği var. Hücre yapısını koruma özelliği. Bu sayede kanserle mücadelede aktif rol alıyor. Aynı zamanda ham maddesi olan susam’ın içerdiği kalsiyum ve sağlıklı yağlar, kemik erimesini engellemek veya çocuklarda kemik gelişimine destek için çok önemli bir yer tutuyor. Protein içeriği, sindirim sistemine olan yardımı ve enerji verici özelliği çok ama çok çekici :))
Rafine şeker kullanmadım. Tatlandırmak için doğal bal veya hindistan cevizi nektarı kullanabiliriz. Hindistan cevizi nektarı, hindistan cevizi çiçeklerinin özünden elde edilen, düşük glisemik endekse sahip olması ve zor yanması ile favori tatlandırıcım. Temiz içerikli sevilen şeyler yapmayı seviyorum. Kurabiye de sevilen bir şey :)) Bademleri un haline gelene kadar kendiniz öğütebilir veya badem unu alabilirsiniz. Ben, Eminönü’nden taze çekilmiş badem unu alıyorum. Tarif’in glutensiz olmasıyla, çölyak hastaları veya glutensiz beslenenler için harika bir tatlı atıştırmalık oluyor. Malzemelerimize bakalım ve 10 gün dayanabilen (tabii yemeden durabilirseniz) bu kurabiye için hazırlıklara başlayalım. Sonra büyük bir kupa filtre kahve yanına iliştirelim.
MALZEMELER
220 gr öğütülmüş badem (veya badem unu)
Yarım çay kaşığı tuz
1 dolu yemek kaşığı glutensiz un
150 gr bal veya hindistan cevizi nektarı
200 gr tahin
2 yemek kaşığı vanilya ekstraktı
Üzeri için şamfıstığı, irice kıyılmış.
HAZIRLANIŞI
Fırını 170° C’ ye ayarlayın.
Bir kasede badem unu, tuz ve glutensiz unu karıştırın.
Küçük bir tencerede ve kısık ateşte bal (veya hindistan cevizi nektarı), tahin ve vanilyayı karıştırın.
Tencereye kuru malzemeyi de ekleyin. Sıcak yumuşak bir hamur olana kadar karıştırıp ateşten alın.
10 dakika soğuması için bekletin ve sonrasında biraz yoğurun. (çok ama çok yumuşak bir hamur kıvamında zaten)
Hamurları yuvarlayıp pişirme kağıdı serili fırın tepsisine yerleştirin. (Aralarında yeterli boşluk bıraktığınıza emin olun. Hamur iyice yayılacak çünkü)
Her birinin ortasına antep fıstığı koyun.
8-10 dakika hafif kahverengi olana kadar pişirin. (10 dakikayı asla geçirmeyin)
Tamamen soğumadan tepsiden almayın. Glutensiz badem kurabiyesi ‘ni hava geçirmez bir kapta saklayın.
Baharı geride bıraktığımız şu günlerde tam da baharın tazecik sebzelerine, çiçeklerine yaraşır bir tarifim var. Spring Roll, Vietnam mutfağının yıldızlı bir örneği.
Yeni ülkeler tanıma konusundaki düşkünlüğüm, o ülkenin dini, insanları, tarihi mirası, plajları, müzelerine olduğu kadar yeme kültürüyle de ilgili olmuştu hep. Zaten gezi yazılarımı okuyanların çoğu bunu farketmiştir. Asla yeme içme alışkanlıklarından bahsetmeden o yazıyı bitirmem. Çoğu insanın şüphelendiği gibi Tayland’da aç kalmadım. Japonya’da karnımı tıka basa doldurmayı bildim. Bali’de hayatımda yemediğim kadar sağlıklı beslendim. Çiğ beslenmeye (Raw Food) bu adada taptım. Her gittiğim ülkede mutlaka Avokado tost denedim. Hepsinin kattıkları, lezzeti, sunumu apayrıydı. Sırf yöresel lezzetleri için gittiğim yerler oldu. Adana ve Gaziantep :)) Listemde Hindistan ve Fas var. Bu yüzden yeni tatlar denemek benim için her zaman çok heyecan verici olmuştu. Bir keresinde Bangkok’da çok aç olduğum bir akşam sokakta yemek yemiştim. Bu, Bangkok için tamamen hijyensiz bir durum olduğunu gösterir ki, çatalımın yanından aceleyle koşturan bir böcek bunun en önemli ıspatı olmuştu. Ben ve hijyensizliği yan yana asla getiremeyecek bünyem beni şaşırtmış ve durumu o ülkenin insanları koşulları ve yaşam tarzlarına uygun görmüştüm. Yani sokaktaki o ahşap masanın üzerinden koşuşturan böcek beni hiç mi hiç rahatsız etmemişti. Yemeğimi aynı iştahla yemiş, tabağımı son kalan noodle parçasına kadar bitirmiştim.
Yeni lezzetler deneme girişimlerime evde de devam ettim. Daha öğrenciyken pişirdiğim ev yemekleri her geçen zaman daha da sağlıklı bir hal aldı. Geçişler yavaş olsa da alışkanlıkları doğurdu. Şimdi yoğurdunu evde yapan, makarnasını kendi açan, seyahatlerden bavul dolusu kıyafet, makyaj malzemesi vs değil de organik gıda taşıyan, geri dönüşü imkansız yola sapmış bir insana dönüştüm. Güzel ve havalı restoranların aşçısı olmasam da kendi evimin baş aşçısı oldum. Ve bunun için her zaman çokça öpücük kazandım (!) Hayat başka neler getirir bilemem ama şu ana kadar getirdiklerinden çok memnunum.
Gelelim Vietnam usulü Sprin Roll tarifime. İçeriğini damak tadınıza veya evde olan malzemelere göre değiştirebilirsiniz. Sadece sosu için biraz değişik şeyler (!) gerekebilir. Zaten tarifi Vietnam usulü yapan şey de tamamen sosu. Bir de internetten sipariş vermek zorunda kalabileceğiniz bir ana maddesi var: pirinç yufkası. Güllaç malzemesine benzeyen bir yufka çeşidi. Kuruyken sert ve kırılgan. Sıcak suyla ıslatıp yumuşatarak kullanıyoruz. Yumuşayınca biraz yapışıyor tabağa ama üstesinden geleceğinize eminim. :)) Malzemelerden tavuk göğsünü çıkardığınızda tamamen Vegan bir tarife dönüşecektir. Yazın bence en güzeli çılgın sebzeler hatta meyveler kullanmak. İçine birer dilim mango veya şeftali eklerseniz tadı sizi şaşırtacak kadar güzelleşecektir.
MALZEMELER
Bir paket pirinç yufkası
2 orta boy havuç, jülyen doğranmış
1 orta boy kabak, jülyen doğranmış
1 orta boy salatalık, jülyen doğranmış
2 yaprak marul
400 gr tavuk göğsü
1/4 demet taze nane
Az miktar mor lahana, jülyen doğranmış
Az miktar soya filizi
Spring Roll Sosu İçin;
Yarım çay bardağı soya sosu
1 yemek kaşığı pirinç sirkesi
1 yemek kaşığı susam yağı
2 diş sarımsak
2 çay kaşığı şeker
1 çay kaşığı rendelenmiş taze zencefil
1 yemek kaşığı Sriracha sosu
1 tatlı kaşığı fıstık ezmesi
HAZIRLANIŞI
Havuç ve kabağı jülyen doğrayıp haşlayın.
Tavuk göğsünü haşlayın. Piştikten sonra jülyen doğrayın.
Derin ve geniş bir tabağa sıcak su koyun. Pirinç yufkalarını kenarından başlayarak yavaşça suya daldırın. Yumuşayınca çıkarıp bir tahta üzerine yayın. (yapışmamasına dikkat edin)
Yufkanın üzerine jülyen tavuk dilimlerinden,kabak,havuç,marul, jülyen havuç, mor lahana, soya filizi ve naneyi koyun. Sıkı olmasına dikkat ederek dolma sarar gibi sarın ve kenara alın.
Her bir yufka için aynı işlemi yapın.
Sosu için; tüm malzemeyi iyice karıştırın ve ufak bir kaseye alın.
Servis ettikten sonra Spring Roll ‘ü her lokmada sosa batırarak yiyin.
Danca’da ticaret limanı anlamına gelen København Danimarka’nın başkenti ve nüfusu en kalabalık şehridir. En kalabalık dediğime bakmayın. Ülkenin tamamının nüfusu yalnızca 5600 milyon. Anayasal Monarşiyle yönetilen Kopenhag, kaleleri, sarayları, müzeleri ve tarihi yapıları ile düzenli ve korunaklı bir şehir.
Dünya’nın en zengin kentlerinden biri olan Kopenhag ’da yaşam refahı ortalamanın çok üzerinde. Ayrıca dünyanın en mutlu insanlarının yaşadığı söylenen Kopenhag yeşilin her tonuna sahip bir doğa cenneti olduğu gibi, yaşam haklarının titizlikle korunduğu modern de bir şehir. Şehir dendiğinde akla gelen tıklım tıklım beton binalar, gürültü ve egzoz kokusundan çok ama çok uzakta. Gelişmiş bir tren-metro ulaşım sistemi ve gurur duyabilecekleri bisiklet yolları var. Şehrin bisiklet trafiğine öyle hayran kaldım ve vintage bisikletlerin güzelliklerine şaştım ki, kendimi burada ikinci el bisiklet araştırırken buldum.
Ülkede para birimi Danimarka Kronu ve 1 TL yaklaşık 1.86 DKK etmekte. Kimse popüler avrupa şehirlerinin arasına Kopenhag’ı eklemez, bu bir gerçek. İsveç gibi daha turistik İskandinav ülkelerinin yanında ismi daha sönük kalsa da, gidince insanı mahcup eden bir ülke burası. Masal gibi yapıları, pastoral renkleri ve ekolojik karakteriyle insanı kendine hayran bırakabiliyor. En can arkadaşım, kardeşim Ankara’dan buraya taşınmasa herhalde gelip görmek aklıma bile gelmezdi.
Kopenhag’da Ulaşım
Şehiriçi ulaşım tren, metro, otobüs, taksi ve bisiklet ile çok çeşitli. Tren biletlerini istasyonlardaki otomatlardan ve 7elevenlardan alabiliyorsunuz. Otobüs biletlerini yine 7eleven ve otobüsün içinden daha pahalıya alabilirsiniz. Benim tavsiyem; ülkeye girdiğinizde havaalanındaki otomatlardan anonim Rejsekort kart almanız ve içine bakiye yükletmeniz olacak. Böylece gittiğiniz zone ‘un yakınlığına göre size tek gidiş ücretinde indirim sağlayacak. Londra’yı ziyaret edenler bilir. Zone’lara ayrılmış şehirde trenle geçtiğiniz her bölge için ulaşım maliyetiniz artıyor. Bu karta sahip olduğunuzda yapmanız gereken şey, istasyona geldiğinizde trene binmeden kartınızı check in noktalarına okutmak. İndiğinizde ise check out yapmak. Böylece kaç durak gittiğinize göre daha ucuz yolculuk yapabilirsiniz. Yine de şehirdeki en pahalı şeylerden 2.’si ulaşım.
Kopenhag ‘da Yaşam
Her gün işe gidiyor olmak bu ülkede yaşayan insanları yormuyor. Çünkü metrobüs sırası yok. Zaten yorgunken birde ayakta 45 dakika yol gitmek yok. 16:30 da işten çıkıp bisikletle merkeze gitmek ve Nyhavn’da arkadaşlarla bir şeyler içmek harika. Yazın günler uzun, hava 23:00’e doğru anca kararıyor ve sabah 5’te apaydınlık oluyor. Tabii bu yazın böyle. Kışın genelde günler karanlık ve kısa. Sosyalleşme az. İnsanlar genelde işten çıkıp evlerine geliyorlar. Avm’ler ve birçok dükkan 5-6’da kapanıyor. Zaten yemek içmek de çok pahalı. Dışarıda genelde evden yanlarına aldıkları yiyecek içecekleri tüketiyorlar.
Piknik yapmak hiç bu kadar zorunlu ve eğlenceli olmamıştı. Zorunlu diyorum çünkü evde bir şeyler hazırlamakla dışarıdan almak arasında çok fazla fiyat farkı var. 500ml su bile 20 kron. Yani 10 tl :)) Çeşmeden doldurup yanına almak en doğrusu. Eğlenceli kısmı ise, örtünü serip sakin sakin piknik yapacağın çok alan var. İnsan az olunca herşey daha sakin ve huzurlu. Bisikletlerimizle istediğimiz yere sürüp çantamıza doldurduğumuz çeşit çeşit yiyecek ve içecekle harika zaman geçirdik. Her gün yapalım desen sıkılmadan yaparım. Bir gün ormanda, bir gün sahilde kumlarda, bir gün yine sahile bakan çimlerdeki ağacın altında. Bir gün bir kalenin büyük bahçe manzarasında.
Bu şehirde spor yapmak için üşenen kimsenin olabileceğini düşünmüyorum. Ama yine de ülkemizde hiç yaşamadığımız bazı şeyler sorun olabiliyor. Evden çıkıp ormanın içinde koşmak mı yoksa sahildeki yolda yürümek mi kararsız kalıyorsunuz. Ertesi sabah golf mü oynamalı yoksa at mı binmeli emin olamıyorsunuz. Sağlıklı ve ekolojik ürünleri satın almak konusunda evin arkasındaki marketi mi yoksa merkezde adım başı marketlerden birini mi tercih etmelisiniz? Bazen bilemiyorsunuz? Birde Danimarka yeşili diye birşey var bence. Yada tarihin Mayıs olmasından kaynaklı. Ağaçlar öyle fosforlu bir yeşil ki, şaşırmakla taktir etmek arasında bir yerde kalıyorsunuz.
Bisiklete binmek asla spor sayılmıyor, kızların çoğu topuklu ayakkabıları, minicik etekleri ve on numara özgüvenleriyle bisiklet kullanıyor. Erkekler, takım elbise ve şık ayakkabılarıyla işe giderken bisiklet sürüyor. Caddeler o kadar güzel duruyorki. Bu şehirde kişi başına bir bisiklet düşüyor. Yani insan sayısı kadar bisiklet var. Bisiklet park alanını ilk gördüğümde nasıl karışmıyor veya nasıl çalınmıyor demiştim? Evet ülkedeki tek hırsızlık bisiklet için oluyormuş, öğrendim :)) Ama onca güzel ve ilgi çekici bisikleti görünce benimde aklıma gelmedi mi? Geldi :))
Kopenhag Nasıl Gezilir?
Şehrin merkezi ve kıyı şeridi, yürüyerek gezilebilecek uzaklıkta. Kıyı şeridinden iç kesimlere yürüyerek yada kısa duraklı otobüs ve metro kullanarak gezebilirsiniz. Eğer kale, saray ve müze gezecekseniz Kopenhag Kart almak en avantajlısı. Turist Bilgi Ofislerinden 24, 48 ve 72 saatlik kart aldığınızda tüm müze, kale ve bahçelerin giriş ücretleri ve ulaşım masraflarınız ücretsiz. Her girişte bilet gişesine kartınızı gösterip bir onay kartı almanız gerekli. Bu yüzden şehre gelmeden gezi planınızı günü gününe yapmanızı öneririm.
3 günlük Kopenhag Kart ile gezmenizi önereceğim yerleri gün gün sıraladım. Faydası olacağını düşünüyorum. Daha az veya çok gününüz varsa kendinize göre bir plan çıkartabilirsiniz.
1.GÜN
Küçük Deniz Kızı Heykeli
Amalienborg Kalesi
Design Museum
RosenBorg Kalesi
Round Tower
2.GÜN
Carlsberg Bira Fabrikası
Glyptotek
NyHavn Kanal Turu
3.GÜN
Frederiksborg Kalesi
Helsingor Hamlet’in Kalesi
Østerport istasyonunda inip Küçük Deniz Kızı Heykeli’ni görerek gezmeye başlayabilirsiniz. Rosenborg Kalesinin hemen yakınında bulunan Torvehallerne Market’e de mutlaka uğrayın. Çiçek ve meyve-sebze pazarı, envai çeşit şarküteri ve deniz ürünleri var. Pazardan güzel peynirler alabilir, Gorm’s ta harika pizzalarla karnınızı doyurabilir yada Coffee Collective’in popüler kahvelerinin tadına bakabilirsiniz.
Round Tower; 17. yüzyılda yapılmış, Kopenhag ’ı kuşbaşı izlemenizi sağlayacak tarihi bir gözlem kulesi. Gözü karartıp çıkmalısınız. Desing Museum’un arka bahçesi huzur ve dinlenme için en güzel yer, kesinlikle atlamayın. Müzenin shop’u diğerlerine göre en sevdiğimdi. Amalienborg Kalesi‘nde askerlerin yürüyüşlerine denk gelirseniz ilginç olabilir.
Carlsberg Bira Fabrikası, bira yapımı ve tadımı için harika. Glyptotek, tüm müze ve kaleler içinde en çok görmek istediğim yerdi. Çok iyi bir heykel koleksiyonu var. Kolay geziliyor. Girişteki yaz bahçesine bayılacaksınız. NyHavn; minyatür Amsterdam gibi. Viking tarzı evler farklı renklerle bitişik bitişik dizilmiş. Ortasından geçen kanalda tekne turları düzenleniyor. Turlar rehberli ve Kopenhag ’ın tüm önemli noktalarını anlatıyor. Mutlaka yapmanız gerekenler listesinde.
Sonrasında Danimarka sınırları içinde özerk bölge olan Christiania’ya uğrayın. Tabelasından içeri adım attığınız anda Freetown adı verilen bu bölgede tamamen özgürsünüz. Herkes istediğini yapmakta özgür ve kimse kimsenin özgürlüğünü engelleyemez. Burası insanların kendi evlerini kurduğu, duvarlarını istedikleri gibi boyadığı ve kendi kanunlarıyla yaşadığı bir kasaba. Hippi yaşamın devam ettiği, duvarların grafitilerle süslendiği, entellektüel ve sanatçıların yaşadığı bölgede esrar bulundurmak ve kullanmak serbest. Dolayısıyla bölgede marihuana yaprakları en popüler yeşil sayılıyor. Büyük bir tabelada yasakların altı çok net çizilmiş. Fotoğraf çekmek, koşmak ve kavga etmek kesinlikle yasak. Koşmak paniğe sebebiyet veriyormuş :)) Serbest olan ilk şey ise; eğlenmek! :))
Hamlet’in Kalesi
Helsingør Hamletin Kalesi olarak bilinen Kronborg Slot şehrin kuzeyinde. Hayatımda gördüğüm en etkileyici kale. 1600’lü yıllarda kale, boğazdan geçen gemi ve korsanlardan vergi almak amacıyla kullanılmış. Bu sebepten zaman içinde birçok saldırıya da maruz kalmış. Bir dönem hapishane olarak kullanılarak mahkumlar kalenin güçlendirilmesi için çalıştırılmış. 2000 yılında Unesco Listesine dahil edilmiş.Ayrıca Shakespeare hiç görmediği halde en ünlü trajedisi Hamlet’i bu kaleden esinlenerek yazmış. Kale, oyunun geçtiği mekan olarak kullanılmış. Shakespeare’in ölümünden sonraysa kale’de Hamlet’i oynamak gelenek haline gelmiş. Lawrence Olivier, Derek Jacobi, Jude Law kalede Hamlet’i oynayan isimlerden birkaçı. İçindeki bir odada oynayanların resimleri sergileniyor. Mahzenleri, odaları, bahçesi ve manzarası gerçekten çok etkileyiciydi. Kale çok büyük ve gezmek yorucu. Zaman nasıl geçiyor anlamıyorsunuz. Buraya gelirken yanınıza atıştırmalık bir şeyler almayı unutmayın. Bahçesinin denize bakan tarafında karşıdaki İsveç kıyılarını izleyerek soluklanabilirsiniz. Çıkınca da Helsingør ‘ün kasabayı andıran sokaklarını mutlaka gezin. Tren Gar’ı inanılmaz havalı :))
Listemde olmasına rağmen Frederiksborg Kalesi’ne ben gidemedim ama birkaç ay sonra tekrar geldiğimde ilk gideceğim yer bu kale. Harika bir bahçesi var, Şehrin kuzeyinde kaldığı için, Helsingør’e gittiğiniz güne eklemek mantıklı.
Kopenhag’da Yemek ve Alışveriş
Akla gelen ilk şey elbette balık ama aslında Danimarkalılar daha çok et (çoğunlukla domuz) ile besleniyorlar. İskandinav mutfağının popülerleşmesi ile Danimarka da geleneksel mutfağının yanına yenilikler eklemiş. Dünyada hızla yayılan Raw Food ve organik beslenmeyle kafayı bozmuş olanlar için alternatifleri çoğaltmış. Her markette sağlıklı ekolojik ürünler satılıyor. Restoran ve kafelerde sağlıklı olduğu kadar lezzetli de beslenmek mümkün. Danimarka mutfağının bu kadar popüler olmasını sağlayan şeylerden en büyüğü kuşkusuz, Noma. Henüz bilmeyenler için Noma tam 4 kez ”dünya’nın en iyi restoranı” seçildi. Sadece yerel malzemeler kullanılması en önemli özellikleri. Sırf bu yüzden havyar, trüf mantarı gibi yerel olmayan malzemeleri mutfaklarına sokmuyorlar. 2 Michelin yıldızına sahip restoranda yemek yemek istediğinizde aylar önceden rezervasyon yapmanız gerekiyor. Noma’nın uzun bekleme listesine adınızı yazdırmanızla yaklaşık 250 euro’luk bir hesabı gözden çıkartmanız doğru orantılı.
Danimarka, en çok Michelin yıldızına sahip ülke olma özelliğiyle de turist çekmeye devam ediyor. En popüler yiyeceği Smørrebrød adını verdikleri bir çeşit açık sandvich. Çoğunlukla çavdarlı çekirdekli özel bir ekmeğin üzerine sürülmüş peynir veya humus veya avokado üzerine çeşitli deniz ürünleri veya sebzelerle süslenmiş ekmekler, her yerde var. Lokal yiyecekler tatmak isteyenler için öncelikli. Ben ilk Smørrebrød’ümü Papirøen adlı mekanda yemiştim. Burası daha çok gençlerin takıldığı, akşamüstü müzik ve eğlencenin olduğu bir sokak yemeği alanı. İstediğiniz restoranın standından yemeğinizi alıp sıralanmış masalarda tanımadığınız insanlarla oturup yiyorsunuz. Gün batımında açılıp kapanan sandalyelerde oturup sohbet ederken, müzikle küçük çaplı partileyebiliyorsunuz. En sevdiğim mekanlardan biri. Mutlaka uğramanız gereken bir yer.
Peki 3. dalga kahveciler için ne söylenebilir? Adres belli. Kopenhag ‘da en sevilen kahve zinciri The Coffee Collective. Organik kahvecilik tanımlamalarıyla Danimarka’ya tam tamına uyan, sabah 7 de sokaklara kahve kokusunu salan dükkanları birçok yere dağılmış durumda. Peki şehrin pahalı olduğunu en iyi nereden anlıyoruz? Bir bardak kahveye verdiğimiz 40 kron (20 tl) ile.
Raw Food dünyasında kalbi hızla çarpanlara en güzel mekan; 42Raw. İlk gelişimde yiyecek kalmamıştı ve oflayarak geri dönmek zorunda kaldım. İkincisinde hem Acai Bowl hem de özel salatasını deneme fırsatı buldum. Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki ödediğim paraya fazla fazla değdi. Her gün gelip herşeyi yiyebilirim. Bir sonraki seyahati sırf 42Raw için iple çekiyorum :)) Mekan da raw tariflerin olduğu bir yemek kitabı’da satılıyor. Saat 5 te yemek bitebilir, bu yüzden erken gelin.
42Raw ‘da yemek kalmayınca keşfettiğimiz bir diğer harika mekan Paleo. Hemen yan yanalar. Menülerinde nefis bir yeşil sos ve badem kullanıyorlar. Tavuklu salatamı mideme indirirken gözüm tabakların güzelliğindeydi :))
Alışveriş konusunda çok çeşitli seçenekler var. Bana kalırsa buradan giyim ve kozmetik ürünleri alınmaz. Ama ıvır zıvır ev eşyalarında çok çeşitli ve uygun fiyatlı seçenekler mevcut. Bir de dünyanın en güzel kokan el kremi markası Aesop‘un şubeleri bulunuyor. Türkiye’den siparişle daha pahalıya geldiği için ben buradan aldım. Yanında harika bir yüz maskesi ve serumu ile birlikte en pahalı alışverişti. Market market dolaşıp ekolojik makarna, peynir, tohum, ekmek, ekmek unu vs alışverişlerim dışında başka da birşey almadım zaten. Ama yine gitsem bavul dolusu ekmek getirebilirim. Bu da benim alışveriş tarzım :)))
Marketlerde poşet yok, herkes kendi alışveriş çantasını yanında taşıyor. İstanbul’da markette aldıklarımı kendi alışveriş çantama koyarken sırada bekleyenler ve kasadaki kızın bakışları burada yok :)) İnatla bizimde böyle bir ülke olma hayaliyle alışveriş çantamla gezmeye devam edeceğim. Ne güzel bir adet ve çevreci bir yaklaşım değil mi? Alışveriş çantası demişken, en güzel ve uygun fiyatlı olan birini Søstrene Grene‘de buldum. Ürünlerine mutlaka bir göz atın.
Sadece lüks teknelerin bağlandığı havalı bir liman ilçesi olarak tanıdığımız Göcek, zengin görüntüsünün yanında aslında mütevazi olabiliyormuş. Herşey Kaş’ta yaşadığını sandığımız arkadaşlarımızı arayıp size geliyoruz dememizle başladı. Meğer bir ay olmamış Göcek’e taşınmışlar. J) 2 günlüğüne toplandık gittik. Dönüşümüz 4 günü buldu J) Emre’ye kalsa daha da uzun sürebilirdi, sağolsunlar.
Göcek merkezin hemen bitişiğinde İnlice mevkinde çok şirin bir evleri var. O kadar şirin ki bahçedeki güller kudurmuş, bahçe kapısındaki dut coşmuş, arabayı gölgeleyen asma yeşillenmiş. Zaten başımı nereye çavirsem yeşil dağlar bize bakıyor. Ali Istanbul’dan sonra kaybettiği huzuru buralarda bir yerlerde ucundan yakaladı. :))
Sarsala Koyu
Havaalanından ulaşmak için biraz baya yol gittik :)) Yol’da nefis bir göl bile keşfettik. Arayan buluyor sevgili dostlar, yolu güzel, kendi güzel bir koy. Sanırım yolundan dolayı çoğu kişi teknesiyle geliyor. Teknesi olmayan bizim gibiler ise çok güzel manzaralar yakalıyor :)) Sezon elbette daha açılmamış ama biz kurtluyuz. Kimse henüz gelmeden, biz gelip, göreceğiz :))
Sarıgerme
Sırada çok genişçe bir alanı ve plajı olan başka bir yer var. Duşları, tuvaletleri, büfesi ve oturma alanlarıyla diğer plaja göre daha büyük ve kalabalık olabilecek bir yer. Ama ben çok büyük plajları sevmiyorum.
İnlice Plajı
Bizim çiftin evlerinden yürüye yürüye gittiği plajda sıra. Yolunda çiçekler arasında inekler otluyor. Kıvrıla kıvrıla bir su akıyor. Suyun kenarından yürüye yürüye denize varıyorsun. Yine dağların içinde bir plaj. Oh be :))
Göcek Merkez
Macro Centre olmasına hayran kaldım. Lakin bizim evden bir macro center’a ulaşmak için bir saat yol gidiyorum 🙂 Butikleri, marketleri, restoranları, denizin hemen kıyısındaki mekanları ile minicik, içi dolu fıçıcık bu Göcek :))
Gemiler Koyu
Girişi ücretli ve yine nefis bir koy. Aynı zamanda da bir kamp alanı. Tuvalet ve duşları temiz. Deniz ve manzara güzel. Patates kızartması ev patatesi. Seve seve yine geleceğim bir koy.
Azmak Çayı – Halil’in Yeri
Deniz ürünleri ağırlıklı bir restoran. Yoğurtlu mezeleri enfes. Biber, patlıcan, patates kızartması sıcacık tazecik kızartılmış üstüne yoğurt dökülmüş servis edildi. Deniz ürünlü special bir böreği var. Neden börek istedik ki diyen Ali’yi kendinden geçirdi :)) Beni de. Öğlen vakti Azmak Çayı kenarında ördekleri izlerken mis gibi doyup kalktık.
Ula’da Yoga
Ula’da aile ziyareti yaptıktan sonra Dalaman Havaalanına dönüşte bakmaya doyulmaz manzaralarda ilerlerken dayanamadım. Arabayı kenara çekip yere bir bez serdikten sonra huzurun içine düştüm.
Fethiye’nin ilçelerinden biri Kayaköy. Eskiden içinde yaşayan mutlu insanları olsa da uzun yıllar önce terkedilmiş. Terkedilme sebebi aslında çok üzücü. Burası günümüzde bir sit alanı, korumaya alınmış ama hiçbir düzenleme bakım da yapılmamış. Devlet sadece köy girişine bir kulübe koymuş ve kişi başı ücret almaya başlamış. Görevliye verdiğimiz bu giriş ücretiyle buraya nasıl katkı yapıldığını sorduğumuzdaysa şimdiye kadar herhangi bir şey yapılmadı cevabıyla hayal kırıklığına ilk girişi yapıyoruz.
Kayaköy’ün geçmişi beş bin yıla kadar uzanıyor. Evlerde rum mimarisi göze çarpıyor. Büyük bir yamaca dizilmiş taş binaların her birinde kendi ekmek fırını ve sarnıcı var. Evler birbiriyle dip dibe ama hiçbiri diğerinin manzarasını engellemiyor. Hepsi güneşi görecek şekilde dizilmiş. Yüzleri güneşe bakan ay çiçekleri gibi. Kapladığı alan azımsanmayacak kadar büyük. Yaklaşık 3500 ev, okul, şapel, hastene, 2 tane de kilisesi var. İlgimi çeken; kiliselerin hiçbirinin çatısına bir şey olmamış. Sapasağlam duruyor.
Kayaköy ‘ün Hikayesi Nedir?
Kayaköy bir mübadele eseri. Kurtuluş savaşından hemen sonra Yunan ve Türk hükümetleri aralarında anlaşma yapmış. Batı Trakya’da bulunan Türkleri buraya, burada yaşayan Rumları ise Batı Trakya’ya yerleştirilmiş. Burada yaşayan rumlar geçimlerini zanaatla ve bağcılıkla sağlarken türkler tarımla uğraşıyorlarmış. Yerleştirilmeden sonra türkler böyle engebeli bir arazide tarım yapamamış. Zaten yerlerinden yurtlarından olan halk bu duruma bir yıl katlandıktan sonra evlerini terkedip daha düzlük arazilere Manisa ve civarlarına yerleşmiş. Rumlar ve Türkler tarafından terkedilen köy zamanla fiziksel şartlara dayanamayıp yıkık dökük bir hal almış. Bu yüzden çoğu kimse buraya hayalet köy diyor.
Öyle sessiz ki içinde gezerken kendi sesinizden utanıyorsunuz. Pencere ve kapısıyla görebileceğiniz sağlamlıkta tek bir ev kalmış, kilisenin yanında. İçinde yaşayanların iki fotoğrafı da var. Pencereler ve kapıların açılıp kapanma sistemi oldukça ilkel. Ama yaptıkları ahşap yük dolapları çok zarif ve güzel. Ziyaterçisi halen çok az. Böylesi özel bir yerin daha iyi tanıtılması ve düzenlenmesi gerekli. Hatta bana kalsa, belli koşullarla restorasyon çalışmaları yapıp, bölge halkına verilerek yaşanacak bir köye bile dönüştürülebilir. Yaşayan ve hatıraları çok olan, güne bakan evler artık hayalet olmaktan arınır.
Kayaköy, Göcek ve Ula’yı içine alan gezinin videosu youtube sayfasında var. Türk-Yunan Dostluk Derneğinin, ”Barış ve Dostluk Köyü” olarak ilan ettiği yer Türkiye’de mutlaka görülmesi gerekenler listesinde.
Yusufcuk’s 100 Bucket List ‘i oluşturmayı çok uzun zamandır istemiştim. Aslında evdeki karalama defterlerinin bazı sayfalarında, çantamdaki minik not defterinde, telefonumun notepad’inde ve daha birkaç yerde aklıma geldikçe yazdığım yerler var. Çocukluğumdan beri doğa düşkünü olduğumdan listenin çoğu doğal oluşumlardan oluştu . Yine küçükken izlediğim national kanalları, gazete-dergi kesmeleri ve google maps çılgınlığımı da katarsak benim listem aslında 100’ü geçmiş durumda. Ama size seçtiğim ilk 100’ü yazıyorum. Hayatım boyunca gidip gördükçe listemin üzerini yavaş yavaş çizmeye başlayacağım. ( √ )
Haydi şimdi sizde benim listeme göz atıp aklınıza gelen ve en çok görmek istediğiniz yerleri aşağıya yazın. Hem benim listeme ek fikirler olsun, hemde dünyanın tüm güzelliklerinden haberdar olabileceğimiz bir fırsat olsun. Hatta sizde kendi bucket list ‘inizi oluşturun ve zaman geçtikçe listenize çizikler atın :))
Sabah kahvaltısı tercihlerinde yetmezmiş gibi bir de akşam yemeklerine karıştırdık Avokado ‘yu. Bu akşamüstü yemekte bir tabak avokado pestolu linguine ve yanında bir bardak soğutulmuş beyaz şarabımız var. Bu sefer makarnayı kendim yapmadım. Hazır ama yumurtalı bir makarna kullandım. Neyse ki şarabı hızlıca soğuttuk. Eğer sizde açsanız ve hazırda yemek yoksa yapabileceğiniz en hızlı ve lezzetli tarifi veriyorum. Her yediğinizde lezzetten beni hatırlayacağınıza eminim :))
Avokado’nun kremsi dokusu klasik zeytinyağlı pestonun yerine geçecek zekice bir dokunuş oluyor. İçine ekleyeceğimiz tazecik bahar bitkileri ve parmesan zengin bir dokunuş oluyor. Tarif aynı zamanda vejeteryanlar için de uygun. Avokado pestolu linguine için tarife geçiyorum.
MALZEMELER
150 gr linguine
1 diş ezilmiş sarımsak
1 büyük boy Avokado
Yarım limon suyu
50 gr Parmesan peyniri, rendelenmiş
40 gr taze fesleğen
Deniz tuzu ve taze çekilmiş karabiber
HAZIRLANIŞI
Linguine makarnayı yeterli tuzlu suda 7-8 dakika haşlayın.
Dünya’nın en basit ama lezzetli kahvaltısı nasıl olur? Tabiiki dünyanın en pahalı lezzeti olan kuşkonmaz ile. Fiyat lezzet ilişkisi el ele yürüse de ülkemizde çok şükür ki kuşkonmaz yetiştiriciliği arttı. Yoksa Trakya’da ki tarlaya bu iş için kol sıvayacaktım :)) Diğer sebzeler ile kıyasladığımızda sofraya koyabilmek için yine de pahalı kalsa da lezzeti ve güzelliği tabaklarımızda olmaya değer.
Kuşkonmaz ‘ın Faydaları Nelerdir?
Kuşkonmaz, düşük kalorisi sebebiyle diyet yapanların bulunmaz lezzeti olduğu gibi sağlıklı yaşam için de harika bir seçenek. Her yeşilde olduğu gibi alkali özelliği var buna bayılıyorum :)) Bağırsak florasını iyileştirip kanı temizlemesi de çok önemli bir özellik. Hadi her şeyi bir yana bırakın, çok lezzetli yiyecekler hazırlayabilirsiniz. Soğanla beraber kavurup yumurta kırabilir, haşlayıp çorbasını yapabilir veya çiğ olarak salatanıza doğrayabilirsiniz. Ben bu sabah en basit şekliyle kullandım. Basit ama nefis bir kahvaltı yaptım.
Öncelikle yıkadığım kuşkonmazlarımın sap kısımlarındaki daha kalın kısımlarını kısalttım. Böylece pişirirken eşit pişecekler. Sonra üzerindeki odunsu dikensi kabukları bıçak yardımıyla aldım. Bir fırın tepsisine dizip üzerine tuz ve zeytinyağı gezdirdim. 220 derecede 7-8 dakika pişirdim. Yumurta ile beraber tabağıma aldım. Sonra afiyetle yedim :)) Fırından aldığınızda üzerine biraz kaşar rendeleyip 1-2 dakika daha fırında tuttuğunuzda daha da lezzetli bir hal alıyor benden söylemesi.
Gülhane parkının laleleri arasından denize doğru ilerledim. Vapur sesleri duyulmaya başladığında her zaman en ileriye bakan görüntüsüyle Atatürk heykeline ulaşmıştım. Sarayburnu ‘ndaki bu heykel Cumhuriyet Türkiyesi‘nin ilk anıt heykeliydi. Avustralyalı heykeltraş Heinrich Krippel tarafından yapılan heykel, 3 Ekim 1926 yılında açılmıştı. Böylesi tarihi değere sahip anıtın daha özenli korunması gerektiği açıktı. Çirkin plakalar konmasa, boğazın görüntüsü anıtın ayakları altından çok güzel görünebilirdi. Birçok kimsenin olmadığı gibi yanımdan süratle geçen araçlarında bu heykelden haberi yoktu. Bulunduğu nokta aynı zamanda Atatürk’ün kurtuluş savaşını başlatmak için Samsun’a çıktığı noktaydı.
Heinrich Krippel’in diğer eserleri; Konya Atatürk Anıtı (29 Ekim 1926), Ankara Zafer Anıtı (24 Kasım 1927), Onur Anıtı (15 Ocak 1931), Büyük Utku Anıtı (24 Mart 1936), Oturan Atatürk Anıtı (1938) (Vikipedia – Heinrich Krippel)
Sarayburnu’ndan İstanbul’u İzlemek
Hemen yakınındaki Sarayburnu çay bahçesi Istanbul’un en nadide noktasına kurulmuş. Sol tarafımda Sepetçiler kasrı, karşımda Galata kulesi, sağımdaysa Boğaz koprüsü salınıyor. Dolmabahçe her zamanki zarifliğiyle vapurları selamlıyor. Kız kulesini soracak olsak, yine Galata’ya kırıtıyor. Şehrin en değerlileri bu noktada, her sabah birbiriyle bakışıyor. Deniz, mavi. Güneş tepede, saat öğlen iki. Vapurların köpükleri denize can verirken tepemde ucuşan martılar çığlık atıyor. Ayaklarımın dibinde kedi, güneşin tadını çıkartıyor. Istanbul’un en nadide noktasında çayımı vapurların sesleriyle yudumluyorum. Bir cay daha sonra bir tane daha. Istanbul çayla daha güzel, bunu anlıyorum.
Uzun zaman önce kahvaltı sofralarımızı küçültüp, sağlık anlamında büyüttüğümüzden bu yana tek tabak anlayışımız devam ediyor. Bir tabak üstünde yeterli ama doyurucu sağlıklı seçimler, abartmadan ama mahrum da kalmadan beslenme favorimiz. Sanıldığının aksine sağlıklı beslenme hiç de lezzetsiz olanı yemek, ot gibi beslenmek değil. Kaldı ki ot dediğimiz şeyden (yeşillikler) neler yapılıyor neler. Mısırlı Pankek bunlardan biri.
Bir Bali atasözü derki, yumruğunuzu sıktığınız kadar bir kase yiyecek o öğün için size yeterli gelecektir :)) Fazlasına gerek yok. Miktarın yanında elbette içerik çok önemli. Çöp gıda diye nitelendirilenler bizden değildir. Benim çöp gıda dediklerim birçoğumuzun en sevdikleri sayılsa bile.
Londra’da rastgele girdiğim bir kitapçı da %50 indirimi görünce birkaç tane yemek kitabı satın aldım. Biri tabiiki Avokado üzerine :)) Tek bir ana malzemeden tatlıdan salataya, makarnadan smoothieye birçok tarifi hayata geçirmek mümkün. Deneyip beğendiğim reçeteleri kendi stilimle sizinle de paylaşacağım.
Bu tarif kahvaltı için harika bir seçim. Hem lezzetli, hem farklı, hemde doyurucu. Mısırlı pankek yanına iliştireceğiniz kızarmış veya haşlanmış yumurtayla protein değerini de arttırmış olacaksınız. Haydi deneyelim.
MALZEMELER
Chili- Avo Salatası İçin;
1 olgun Avokado
1 lime suyu
125 gr cherry domates, doğranmış
2 dal taze soğan, ince kıyılmış
1 küçük chili biberi
1/3 demet maydanoz, doğranmış
Deniz tuzu
Pankek için;
350 gr mısır, haslanmış
1 büyük yumurta, çırpılmış
3 yemek kaşığı karabuğday unu
2 yemek kaşığı taze soğan, ince kıyılmış
75 gr beyaz peynir veya sert keçi peyniri
Zeytinyağ
YAPILIŞI
Salatası için tüm malzemeyi doğrayıp, derin bir kasede karıştırın.
Hamur için, derin bir tabakta çırpılmış yumurta, mısır, karabuğday unu, taze soğan, peynir ve zeytinyağını karıştırın.
Yapışmaz bir tavayı bir çay kaşığı yağ ile kızdırdıktan sonra hamur malzemesini minik yuvarlaklar halinde pankek yapar gibi tavaya yayın.
Önlü arkalı hafif kızarana kadar pişirin.
Servis tabağına iki adet mısırlı pankek ve üzerilerine avokadolu salatasını ekleyerek servis yapın.
Servis ederken üzerine ekstra kızarmış yumurta ekleyebilirsiniz.