BÜYÜK VALİDE HAN

İstanbul’un müze ve saraylarına kimsenin diyecek lafı yok. Ayasofya, Dolmabahçe, Galata, Haydarpaşa.. Hepsi muhteşem ve İstanbul’u İstanbul yapan yapılar. Ama bir de kıyıda köşede kalmış hanlar var ki.. Herkesin bilmediği, hatta çoğunun kapısı bile bilinmeyen içinde kocaman bir tarih saklayan karanlık bir kutu gibiler. İşte Büyük Valide Han bunlardan biri.

İçinde kaybolmamak imkansız. Geçmişte kervanların konakladığı handa 250’yi geçkin dükkan yer edinmiş. Bazı dar ve karanlık girişlerin ucundan nereye çıkıldığını bilmediğinizden girmeye cesaret edemiyorsunuz. Bazı girişlerin önünde yavru kediler bekliyor, arkalarından hafifçe sızan ışık gölgelerini büyütüyor. Hanı aydınlatan pencereler tepede. Bazı bölümlerde hiç pencere yok. Hanın esnafı loş lambalarla aydınlatmış. Onlar burayı avuç içleri kadar biliyor. Hanı yaşatıyor ve koruyorlar. Girişte antika eşyalar satan bir dükkana uğruyoruz, içinde cevher var. İşletmecisi bayan hana hakim ve bize güzel bilgiler veriyor. Fotoğraf makinemizi görünce bizi manzara izleyebileceğimiz bir terasa götürebileceğini söylüyor.

 

Dar ve karanlık koridorlardan ilerliyoruz. Tepesinden gün ışığı süzülen 3 metrekarelik bölmede bir beyefendi kumaş dikiyor. Orası onun atölyesi,evet. Yanından geçiyoruz. Aralıkları ezberlemek zor. Önce bir odaya varıyoruz. Burası yakın süreçte sanat galerisi yapılacakmış. Minicik bir balkonu var ama manzarası harika. Galata köprüsününe bakan bu minik ve yıkık balkonda yandanki çay ocağından gelen türk kahvesini içiyoruz. Sade. Sirkeci’nin karmaşasının tam ortasında ama yalnız başımızayız. Köprünün üzerindeki araçların trafiğini ve balıkçıları izliyoruz. Yakındaki camii’den yayılan ezan sesini duyuyoruz. Güzel bir film seyreder gibi, keyifli ama aynı zamanda meraklı ve şaşkın.

Valide Han Tepesi

Büyük Valide Han, I. Ahmet’in eşi Kösem Sultan tarafından inşa edilmiş. Şimdilerde bu tarihi han, sadece kubbesinde fotoğraf çektirmek için ziyaret ediliyor. Ne yazık ki Valide Han’ın kubbelerinde zıplayarak fotoğraf çektirme modası alt kattaki dükkanlara zarar vermiş ve çökme tehlikesi yaşamış. Bu kısımda biraz düşünürsek, sırf moda uğruna üstüne zıplanıp fotoğraf çektirilen kubbe aslında bir tarihi eser. Ara ara güçlendirilmiş, boyanmış. Biz bu eserleri korumamız gereken yerde zarar veriyoruz. Hatta daha da ileri gidenler var. Esnaf bir bey diyor ki; ” Dört erkek kubbede zıplayarak fotoğraf çektiriyor. Burada çilingir sofrası kuran da var, dansöz getirip oynatan da…” Diyecek hiçbir şey bulamadık.

Siz siz olun, eğer burada fotoğraf çekecekseniz bile hanın içini mutlaka gezin. Esnafın önünden geçerken selamlaşın, konuşun. Valide Han’ın kubbelerinde zıplamayın. Birde hemen oracıktaki Kubbe İstanbul’a mutlaka uğrayın. Burası harika manzarası olan bir kitapçı. İçine girip, kitap okuyun veya bilgisayarınızla yarım kalan işlerinizi tamamlayın. İşletmecisi tarih ve hayvansever bir beyefendi. Emek verip keyifli bir mekan oluşturmuş. Giderseniz, sırnaşık sarı kediyi bizim için iki kere daha okşayın :))

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

 

 

TATLI PATATESLİ VEGAN BURGER

Bu aralar blog için yeni bir şeyler yazamadım. Halbuki bu tarifi neredeyse bir ay önce hazırlamıştım. O zamanlar yazdı. Hava, fırının sıcaklığını kaldıramayacak kadar sıcaktı. :)) Bir hamburgeri kan ter içinde yemek ne demek bilir misiniz? Hele ki her ısırıkta ağızda yayılan Sriracha’nın acısı sıcakları daha da sıcak yapınca. Tatlı Patatesli Vegan Burger tarifi için havanın soğumasını beklemek çok iyi oldu. Çünkü fırınımız uzun süre yanacaktı!

Neden Vegan?

Hayır. Henüz vegan değilim. Olabileceğimi de sanmıyorum. Ama uzun zaman almayacak bir tarihe kadar Vejetaryen olma ihtimalim yüksek. İkisi devamlı karıştırılan kavramlar biliyorum. İkisi de et yemiyor. Ancak Veganlar hayvanlardan üretilen hiçbir şeyi tüketmiyor. Yani yumurta, süt, yoğurt gibi. Sütü zaten içmiyorum ama yoğurt ve yumurtasız nasıl yaşanır emin değilim.

Neden et yemeyelim? Vejetaryenliği halen hayvan sevgisi veya hayvan hakları koruyucuları zannedenler var. Bu aslında tahmin ettiklerimizden de çok geniş bir kavram. Öncelikle yediğimiz hayvanlar televizyonda gördüğümüz kırlarda dolaşan neşeli inekler, koyunlar değiller. Hayata geldikleri andan itibaren garip kimyasallar ve antibiyotikler yedirilen garip canlılar. Sindirim sistemimiz (özellikle bağırsaklar) otçul hayvanlarınkine benzer. Eti sindirsek de aslında otçul bir tür olarak yaratıldık. Et yiyenlerin kabızlık, kolon kanseri, meme kanseri, hemoroid, hazımsızlık ve yüksek tansiyon gibi hastalıklara daha sık yakalandığı ve kalp krizi riskini de arttırdığı bilinmekte. Ette bulunan hormon ve kimyasalların insan bedenine işlemesi, etin virüs ve mikrop içermesi yanında kanserojen olması önemli sağlık etmenleridir.

Şimdi neden Vejetaryen olalım sorusunun benim için asıl cevabına gelelim.

Dünyada tarım alanlarının çoğunun insanları beslemek için değil de hayvanları beslemek için kullanıldığını biliyor musunuz? İnsanoğlu, ürettiği her bitkiyi tüketse dünyada açlık sorunu diye bir şey olmayacaktı. İklim değişikliği çok hızlandı. Bunun sebebi sadece sanıldığı gibi şehirleşme, egzoz veya fabrika atıkları değil. En büyük pay; hayvancılık.

Büyük baş hayvanlar bizim 4 katımız kadar azot salınımı yaparlar. Bu da bir mezbaha hayvanın atmosfere ciddi bir iş çıkardıklarını gösterir. Ayrıca onları beslemek için ayırdığımız tarım arazileri şaşırtacak kadar büyük. 10 dönümlük bir arazide sadece 5 kişiye yetecek kadar sığır eti üretilirken 60 kişiye yetecek kadar buğday üretilebilir. Her yıl sığır ve inek yetiştiriciliğine yer açabilmek için ormanlar yakılıyor. Orman yangınları azot salınımına en çok katkı sağlayan bir diğer şey. Dünya’nın akciğerleri yağmur ormanları, hamburgerimizin arasına koyacağımız köfte için yok ediliyor. Yine her yıl yüzlerce hayvan türü yağmur ormanlarının tahribatı yüzünden yok oluyor.

Hayvan yetiştiriciliğinin bir diğer tükettiği şey ise; tatlı su kaynakları. Afrika’da temiz su kullanabilmek için onlarca kilometre su taşımak zorunda kalan insanları düşündükçe sadece et tüketimi yüzünden harcanan kaynaklar çok can sıkıyor. Amerika gittikçe şişmanlarken, hayvanlarına sağladıkları kadar tahıl sattığı Afrika gittikçe zayıflıyor. Dünya daha çok dengesizleşiyor. Atmosfer giderek bozuluyor ve insanlar tükettikleri kadar üretmiyor. Mezbahalardaki hayvanlar mutsuzluk ve dehşet içinde öldürülüp tabağımıza geliyor. Nefes alan, gören, işiten ve duyguları olan bir canlının, son bir saatinde korku içinde kanla yıkanmış bir odaya itilip parçalanmayı bekletilmesi insanlık dışıdır.

Son olarak; izlemeniz için tavsiye edeceğim bir film var. İsmi: Okja. Sistemi ve günümüz üretim/tüketim çılgınlığını eleştiren film Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarıştı. Güzel bir anlatımı ve mesajı var. Fırsat bulursanız mutlaka izleyin.

İşte bu tarif, bu yüzden ”Vegan Burger”. Daha önceki vegan tariflerim gibi, lezzetini asla küçümsememelisiniz. Çok ciddiyim. :)) 

 

İçine konulan malzemenin (özellikle siyah fasulye) iyice ezilmiş olduğuna emin olun. Benimkiler biraz az ezilmiş :)) Bir diğer dikkat konusu, tatlı patates normal patatese göre daha çabuk çürüyor. Aman dikkat, tarifi yapacağım diye aldığınız tatlı patatesleri başı boş bırakmayın. Halen pahalılığından bir şey kaybetmemiş olduklarından içiniz yanmasın. :)) Ayrıca tatlı patatesin çok zengin lif ve beta karoten kaynağı olduğunu bilelim ki yedikçe antioksidan özelliğiyle tazeleneceğimizi de hatırlayalım. ;)) Diğer tüm iyi ve fayda sağlayan özelliklerini yazının bilgi sağlama ortalamasını aşmamak için saymıyorum. Bu yazıda yeterince sağlam bilgi var. ;)) 

 

 

MALZEMELER

Vegan Burger İçin;

  • 2 adet Tatlı Patates (
  • 1 su bardağı Siyah Fasulye (haşlanmış)
  • 1/2 su bardağı pirinç veya kinoa (haşlanmış)
  • 4 -5 dal yeşil soğan (ince doğranmış)
  • 1 yemek kaşığı zeytinyağ
  • tuz, karabiber, toz paprika

Ayrıca;

  • Kırmızı soğan (yuvarlak doğranmış)
  • Marul
  • Fesleğen
  • Guinness Sos
  • Sriracha

HAZIRLANIŞI

  1. Önceden 200 derecede fırınladığınız tatlı patatesleri ezin.
  2. Siyah fasulye ve pirinci de iyice ezin.
  3. Tüm malzemeleri karıştırıp, yuvarlak köfteler haline getirin ve fırın tepsisine dizin.
  4. 35-45 dakika boyunca fırında pişirin. Ne kadar çok fırında tutarsanız o kadar daha sıkılaşıp sertleşecektir.
  5. Malzemeleri hamburger ekmeğine dizin, sosları dökün ve afiyetle yiyin.

 

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

EV YAPIMI CHİLİ SOS

Uzakdoğu yemeklerine bayılıyorum! Özellikle Tayland’da yapılan noodle,  tavuk ve çeşitli deniz ürünlerinin neden bu kadar lezzetli olduğunu düşündüm. Nedenini; hem can yakan hem de mest eden o sosta buldum, CHİLİ SOS! Gidip görenler bilir, nerede yemek yerseniz o sos mutlaka masada durur yada yemekle birlikte bizdeki ketçap-mayonez gibi hemen masaya getirilir. Sosu yemeğe kattıkça yemek güzelleşir, gözlerden yaşlar akar, akar ama yine de yemeden geri durulmaz. Markette satılanları da var ama bana aşırı yapay geliyor ve uzakdoğu gibi kokmuyor :)) Yani gerçek chili sos’un özel malzemeleri var ve onlar hazır olanlara konmuyor. Mesela zencefil.

Herşeye alev alev bir acı kattığı gibi içindeki özel malzemelerle lezzette katıyor. Yemeğin kokusu ve lezzetini tamamen değiştiriyor. Yemeklere pişirme aşamasında koyabileceğiniz gibi piştikten sonra üzerine dökebilirsiniz. Yada kalbiniz dayanıyorsa kızartılmış ürünlere (karides, kalamar, patates, cips vs) batırarak da yiyebilirsiniz. Dolapta kapağı kapalı cam bir kavanozda saklarsanız uzun süre kalabilir. Ben hiç uzun süre tutamadım, tam bir zaman dilimi veremiyorum. :)))

Şimdi uzak doğuyu ayağımıza getiren Ev Yapımı Chili Sos tarifinin malzemelerine geçelim.

MALZEMELER

  • 1 su bardağı su
  • 1/2 su bardağı pirinç sirkesi
  • 1,5 yemek kaşığı hindistan cevizi şekeri veya esmer şeker
  • 1 yemek kaşığı ketçap
  • 3 çay kaşığı kurutulmuş toz chili veya 2 adet taze chili biberi
  • 4 diş sarımsak
  • 20 gr taze zencefil
  • 1 çay kaşığı taze çekilmiş karabiber
  • 1,5 yemek kaşığı mısır nişastası

HAZIRLANIŞI

  1. Sos tenceresine su ve sirkeyi koyup kaynayana kadar ateşte tutun.
  2. Zencefil, sarımsak ve chiliyi koyun. (Taze chiliyi ince ince doğrayın ve doğrarken elinizi yüzünüze sürmemeye dikkat edin)
  3. Ketçap, şeker, karabiberi de ekleyin. 3-5 dakika kısık ateşte pişirin.
  4. Son olarak Mısır nişastasını bir çırpıcı ile çırparak ve azar azar dökmeye başlayın. 2 dakika daha karıştırın.
  5. Ocaktan alıp soğumaya bırakın. Soğuduktan sonra cam bir kavanoza boşaltın. Kapağı kapalı buzdolabında saklayın.

Not: Dolapta sakladığınız sos koyulaşıyor, merak etmeyin. Topaklanmış görüntünün olmasını istemezseniz son aşamada sosu blender dan geçirin.

 

 

Sevgiyle.

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün

SMOOTHİE BOWL VE RAWNOLA

İlk Smoothie Bowl ‘umu tabiki sağlıklı yemekler diyarı Bali’de yemiştim. Nalu Bowl, Bali’nin olmazsa olmaz cafelerinden biri ve çılgın smoothie kaseleri yapıyorlar. Finn Bar’da gün batımından hemen önce elime bir martini almak yerine bu tutku dolu kaselerden almayı tercih etmiş ve romantik günün rengini ağzımdaki o güzelim tatla söndürmüştüm. Aradan geçen bir koca yıl içinde kendi kaselerimi oluşturup şekillendirmiştim. İçerik benzer olmasına karşın süsleme aşaması tüm kasenin resmini değiştirebildiği gibi lezzeti de değiştirebiliyor. Bu yüzden damağınıza iyi gelen aynı zamanda da yararlı tohumları kullanarak müthiş lezzetler çıkarabilirsiniz. 

Tarifte dikkat edilmesi gereken şey içine konan malzemenin dondurulmuş olması. Bu yüzden buzluğunuzda mutlaka dondurulmuş meyve (özellikle de muz) bulundurun. Eğer donmuş meyveden yapmazsanız kase yerine bardak kullanırsınız. Onun da birkaç örneğini paylaşacağım. Öncelikle tutku dolu Smoothie Bowl ile başlayalım.

MALZEMELER

  • 2 adet dondurulmuş muz
  • 8 – 10 adet blueberry
  • 1 su bardağı ev yoğurdu
  • 2 – 3 kaşık vanilyalı dondurma
  • Süslemek için çiğ badem, kaju, rawnola (tarif aşağıda)

HAZIRLANIŞI

  1. Dondurulmuş muz, blurberry, ev yoğurdu ve dondurmayı smoothie makinasından geçirin. (veya blender)
  2. Bir kaseye boşaltın ve üzerini dilediğiniz gibi süsleyin.

 

Smoothie Bowl

 

RAWNOLA 

Buzdolabınızda bir kavanoz dolusu Rawnola varsa gözünüz arkada kalmasın. Yoğurda, süte, meyveye karıştırın gitsin. Doğal şeker sağlayan hurma’nın güzelleştirmediği şey yok. Bu tarifin de baş tacı hurma. Sindirimi düzenlediği gibi, vücuttaki atıkları ortadan kaldırır. Yulaf, yavaş bırakılan bir karbonhidrat olduğundan bize daha uzun süreli bir enerji sağlar. Özellikle spor öncesi yavaş karbonhidrat tüketilmesi yağ yakımına da katkı sağlamaktadır. National Taiwan College of Physical Education’da yapılan bir araştırmada bu şekilde beslenen sporcuların daha uzun süre yorulmadan çalışabildiklerini doğrulamıştır. Rawnolaya en çok yakışan kesinlikle Ev Yapımı Badem Sütü. Bir kaseye biraz badem sütü, rawnola ve dilediğiniz meyveleri ekleyerek sağlıklı bir sabah kahvaltısı yada öğlen atıştırmalığı yapabilirsiniz. Smoothie Bowl vazgeçilmezi!

Rawnola

MALZEMELER

  • 10 adet hurma
  • 2 su bardağı yulaf
  • 1 su bardağı öğütülmüş hindistancevizi
  • 2 kaşık Hindistan cevizi nektarı veya agave şurubu

HAZIRLANIŞI

  1. Şurup hariç tüm malzemeleri robottan geçirin.
  2. Çok güçlü bir mutfak robotunuz yoksa hurmaları yulaf ve hindistancevizini öğüttükten sonra 2 şer 3 er ekleyerek devam edin.
  3. En son şurubu yavaş yavaş ekleyerek karıştırın. Bu işlem daha yapışkan olmasını sağlayacak.
  4. Son olarak rawnolanızı bir kavanoza boşaltın ve buzdolabında saklayın.
  5. Buzdolabında 2-3 hafta boyunca kalabilir.(Tabi eğer yemeden durabilirseniz)

 

MANGO – PASSİON FRUİT SMOOTHİE

Avokado canavarı olarak görülsem de aslında aynı zamanda da Mango kraliçesiyim. Smoothie ye en çok yakışan meyve bence bu. Bir gün bu smoothie’yi yaparken en yakın arkadaşım Sinem bana şöyle demişti; ”Ben Mango’yu smoothie’ye koymaya kıyamam!” :)))))) Eğer bu içeceğin tadına bakmamış olsaydım, kesinlikle aynı fikirde olurdum. İçine avokado koyduğumuz için kremamsı bir kıvam alıyor. Puding gibi. Diğer smoothie bowl tarifinden biraz daha farklı.  Üzerine çok farklı meyve veya tohum koymayı sevmiyorum. En güzeli eğer bulabilirseniz passion fruit’le süslemek. Tadına, kokusuna daha fazla dayanamayacaksınız.

 

MALZEMELER

  • 1 adet Mango
  • 1 adet Avokado
  • 1 su bardağı ev yoğurdu
  • 1 adet Passion Fruit

HAZIRLANIŞI

  1. Mango, avokado ve yoğurdu blender dan geçirin.
  2. Üzerini passion fruit ile süsleyin.

 

BÖĞÜRTLEN SMOOTHİE

Yaz aylarının kurtarıcısı. Her yerde güzel böğürtlenler bulmak mümkün. Buzluğa atın ve canınız tatlı bir şeyler istediğinde bunu yapın. Zaten dolapta hazır Rawnolanızda var artık değil mi? :))

 

MALZEMELER

  • 2 adet muz
  • 1 avuç böğürtlen
  • Yarım avokado
  • Yarım bardak ev yoğurdu
  • Yarım bardak soya sütü (veya badem sütü)
  • Rawnola ve istediğiniz tohumlar

HAZIRLANIŞI

  • Muz, avokado ve böğürtlen, yoğurt ve sütü blender’a atın.
  • Rawnola ve tohumlarla süsleyin.

NOT: Tüm tariflerden iki kişilik kase yapılır.

Afiyet olsun,

Sevgilerle.

EV YAPIMI BADEM SÜTÜ

Hayvansal sütün bedenime olan olumsuz etkisi farketmem birkaç yıl öncesine dayanır. Starbucks’da kahve siparişi vermek için beklediğim bir gün aklıma birşey gelmişti. Kahvemi süt ile birleştirmeyi sevsem de sütün şişkinliğini sevmiyordum. Yok muydu bu starbucks da badem sütü? Soya sütü? Sipariş alan ince yapılı çocuk ve ondan biraz daha tombulca duran kıza ”Sizde sadece inek sütü mü var?” deyivermiştim.  ”?!!..?”  Ne sorduğumu ilk başta anlayamasalarda ”yani badem sütü de var mı demek istedim” deyince birbirlerine bakıp gülüştükten sonra nihayetinde ”hayır” cevabını verebilmişlerdi. Sorumun biraz fazla direk olduğunu kabul ederek anlamsız ve komik olmadığını düşündüm. Çünkü inek sütüne olan hassasiyetin henüz keşfetmemiş olanlarda dahil birçok kimsede yaşandığını biliyordum. Şimdilerde Starbuckslara soya ve badem sütü seçeneği eklenmesine en çok sevinenlerdenim.

Sağlıklı beslenmeye bulaşan, bulaştıkça bulaşan biri olarak sütümü de elbette kendim yapmak istiyorum. Çiğ bademlerime tereddütsüz kıydığım ev  yapımı badem sütü ile yaptıklarım arasında chia pudingi de var. Tarifini bir sonraki postta vereceğim. Hepsi çok basit olmasına karşın sağlıklı ve pratik. Ben tarife tatlandırması için bir miktar agave ve vanilya özütü ekliyorum. Tatlandırıcı olarak biraz pekmez de kullanabilirsiniz. Ama bunlar konmak zorunda değil. 

MALZEMELER

  • 1 su bardağı çiğ badem
  • 800 mg içme suyu
  • 1 çay kaşığı agave
  • 1 çay kaşığı vanilya özütü

HAZIRLANIŞI

  1. Bademleri bir gece önceden temiz suda bekletin. (en az 6 saat)
  2. Bekletilmiş bademleri temiz sudan geçirip süzün. Bir blender a alın.
  3. Suyu, agaveyi ve vanilya özütünü ekleyip 2 dakika boyunca arada blender ı dinlendirerek çalıştırın.
  4. Sütü tülbentten geçirerek bir kaseye süzün ve daha sonrasında bir şişeye boşaltın. 
  5. Buzdolabında 3 güne kadar saklayabilirsiniz.

Ev yapımı badem sütü

Afiyet olsun.

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün

RAW BLACKBERRY CHEESECAKE

Tutkulu, lezzetli ve dayanılmaz olduğu kadar, yememek için kendinizi tutmanıza asla gerek olmayan bir mor rüya. Çünkü içinde sizi zora sokacak çirkin hiçbir şey yok. İyi demlenmiş bir filtre kahvenin yanına Hurma Topları‘ndan sonra yakıştırdığım en güzel şey. Hazır her yerde mis gibi böğürtlenler bulmak mümkünken, Raw Blackberry Cheesecake için kolları sıvamanın da tam zamanı.

Tarife geçmeden önce biraz Raw Food olayından bahsetmek istiyorum size.  Raw Food; yani Çiğ Beslenme, aslında dünyanın en eski beslenme şekillerinden biriyken, aynı zamanda da geleceğin beslenme şekli olarak tarif edilebilir. Sebze, meyve ve tohumların besin değerlerini bozmadan, pastörize etme, kavurma veya ısıya maruz bırakmadan doğanın bize sunduğu en saf haliyle tüketmemiz gerekiyor. Bu canlı olan besinleri canlı olarak vücudumuza almamız Raw beslenme tarzının en önemli ilkesi.

Peki ne işe yarar Raw Beslenme?

  • En başta enerjinizi yükseltir.
  • Vücudunuzun alkali olmasına destek sağlar.
  • Hücreleri yeniler ve bozulmasını engeller.
  • Daha parlak bir cilt ve daha rahat bir uyku sağlar.
  • Sindirimi de çok ciddi oranda kolaylaştırır. Bu saydıklarım çiğ beslenmenin yaptıkları arasında en sevdiklerim. :))

En önemli tatlının baklava, sofranın olmazsa olmazının ekmek olduğu toplumumuzda Raw Beslenme’nin tutunmayacağını düşünebilirsiniz. Ancak çiğ beslenme tamamen bir yaşam tarzı. Vejeteryanlık veya alkali beslenme gibi Raw food beslenme de bir tercih. Hani milattan önce, ateş bulunmadan ilk insanların yaptığı gibi. Onlar da besinleri ilk buldukları şekliyle yiyorlardı. Bu beslenme şeklinde inek, koyun gibi süt ve süt ürünleri pastörize edildiğinden kullanılmıyor. Bunun yerine hindistancevizi sütü veya soya sütü gibi bitkisel bazlı sütler kullanılıyor. Sebzeler içeriğindeki enzim, bakteri ve vitaminin yok olmaması için sadece 45 derecenin altında ısıtılabiliyor. Pişirilmiyor ama kurutulabiliyor. Alkol ve kafein Raw Beslenme listesine dahil olmayan içecekler. Bizler böylesi lezzetli tariflerimiz ve geleneksel yemeklerimiz varken ne kadar Raw beslenebiliriz bilmem. Ama olabildiğince çiğ beslenmenin sağlık açısından öneminin çok ama çok büyük olduğuna hemfikir olabiliriz. %60 Çiğ, %40 Pişmiş beslenme bile hayatımızda önemli bir farklılık sağlayacaktır.

 

Bana raw beslenmeyi delice sevdiren şey; Bali seyahati olmuştu. Vücuduna ve ruhuna kıymet veren bu insanlar yoga yapıyor ve temiz besleniyorlardı. Her yerde Raw dükkanlar vardı ve yiyeceklerin hepsi birbiriyle lezzet yarışındaydı. İlk Raw Cheesecake’imi korkarak burada yemiştim. Üzerine yediğim diğer lezzetli herşey bana bu beslenmenin asla lezzetten yoksun olmadığını öğretti. Sağlıklı beslenmenin de kesinlikle lezzetsiz olmadığı gibi. Bali’de yediğim o muhteşem cheesecake den esinlendiğim Raw Blackberry Cheesecake tarifimi zevkle sizinle paylaşıyorum.

Raw Blackberry Cheesecake

MALZEMELER

Alt tabanı için;

  • 100 gr çiğ fındık
  • 50 gr badem
  • 30 gr hindistan cevizi tozu
  • 1 yemek kaşığı hindistancevizi yağı
  • 1 yemek kaşığı Agave şurubu
  • 1 tatlı kaşığı Vanilya özütü
  • 1 çimdik tuz

Ara Kreması için;

  • 220 gr çiğ Kaju
  • 3 yemek kaşığı hindistancevizi yağı
  • 1 çay bardağı hindistancevizi sütü 
  • 1,5 limon suyu
  • 3 yemek kaşığı Agave şurubu

Üst Kreması için;

  • 50 gr böğürtlen

 

 

HAZIRLANIŞI

  1. Kajuyu kapağı kapalı olarak en az 6 saat temiz suda bekletin. (Bu işlem tohumun içindeki tüm enzimlerin aktive olmasını sağlayacak)
  2. Alt taban malzemelerin tamamını rondoya koyarak parçalayın.
  3. Kelepçeli tart kalıbının altına pişirme kağıdı koyun ve taban malzemesini doldurun. Üzerini iyice düzelterek bastırın, sıkıştırın. Buzlukta 2 saat bekletin.
  4. Dinlendirilmiş kajuyu temiz sudan geçirerek süzün ve blender’a alın. Ara Krema Malzemelerini koyarak blender’ı çalıştırın. Krema karıştırılmayacak kadar yoğun olursa bir miktar su ekleyin.
  5. Kremanın yarısını buzluktan çıkardığınız tabanın üzerine yayın ve tekrar buzluğa koyun. (1-2 saat)
  6. Kalan yarısına böğürtlenleri ekleyin ve blender’ı çalıştırın. Bu mor karışımı da buzluktan çıkardığınız ara kremanın üzerine güzelce yayın. Böğürtlenlerle süsleyin. Buzluğa koyun. En az 5 saat bekletin.

Afiyet Olsun.

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün

İDEAL AİRBNB EVİ BULMA

Artık eğer istersek İskoçya’da ortaçağdan kalma bir kalede veya Yağmur ormanlarındaki bir ağaç evde kalabiliriz. Hemde çoğu kez otel fiyatlarından daha uygun fiyatlara. Airbnb kısaca, dünya’nın dört bir yanından insanların evlerini kiraya verdiği bir internet uygulaması olarak tarif edilir. Yüksek otel fiyatlarına alternatif olarak düşünülebilir. Asıl güzel yanı, yörenin insanlarıyla bir şeyler paylaşmak veya gittiğiniz ülkeyi daha yakın tanıyabilme imkanı olarak gösterilebilir. 3 çeşit seçeneği mevcut. Evin tamamı, özel oda veya paylaşımlı oda seçeneklerinden birini filtreleyerek dilediğiniz bölgede, dilediğiniz tarihler için arama yapabilirsiniz. Seçiminize göre uygun olan evler listelenecek ve birkaç kayıt işleminden sonra kiralama işlemi gerçekleşecektir. Dilerseniz siz de evinizi bu sistem aracılığıyla kiraya verebilirsiniz.

Şimdi aklınızdan geçen sorulara gelirsek, şöyle cevaplayalım. Sistem kayıt esnasında kimlik ve fotoğraf doğrulama yaparak güvenlik ve doğruluk amacı güdüyor. Email adresiniz, pasaport veya kimlik fotoğrafınız, o an çekeceğiniz bir selfie ve kredi kartı bilgileriniz isteniyor. Ev sahipleri sadece bu sistem üzerinden evini kiralayan kişiler tarafından oylanıyor. Aynı zamanda ev ile ilgili yorum bırakılıyor. Tüm dünya, lokal deneyimlerini arttırmak ve daha sıcak bir ortamda kalabilmek için artık airbnb evlerini tercih ediyor. Henüz denemediyseniz, dikkat etmeniz gereken birkaç ipucu var. 

  • Uygulamayı indirin.

Airbnb ‘yi telefon uygulaması olarak kullandığınızda ev bakmak bir alışkanlığa dönüşebilir. Evin fotoğrafları, yorumları, konumuna bakmak çok kolay. Aynı zamanda hangi tarihlerde müsait olduğuna bakabileceğiniz Uygunluk Durumu Takvimi ‘de var. 

  • Gideceğiniz şehri iyi araştırın.

Şehrin merkezini ve gezilip görülmesi gereken yerleri bilmeniz işinizi kolaylaştıracak. Ev ararken şehir merkezine yakın olan bölgenin ismini yazıp aratabilirsiniz. Fiyatlar merkezde biraz daha pahalı olabilir. Ama özellikle geç saatlerde ulaşımın zor olabileceği yerlerde bir miktar daha fazla ödeyerek merkezde kalmak çok daha iyidir. Her şekilde otele ödediğiniz para daha fazla olacaktır. Aynı zamanda haritasından evin konumuna bakarak da işinizi kolaylaştırabilirsiniz.

  • Evin özelliklerini okuyun.

Her evin sunduğu avantajlar farklıdır. Havaalanına veya şehir merkezine yakınlığı, çift kişilik yada ayrı tek kişilik yatak bulundurması gibi. Yada evin tamamı veya özel oda olması, mutfak-salon ortak alan kullanımı, hayvan kabul edip etmeme, en fazla kaç misafir ağırlanabileceği vs. Aynı zamanda kiralamak istediğiniz evin iptal politikası vardır. Özellikle önceden yapılmış rezervasyonlarda cayma hakkının sıkılığını biliyor olmak önemlidir. Bazısı giriş tarihinden 7 gün önce yapılan iptallerden hiçbir ücret almazken bazısı ücretin sadece yarısını geri veriyor. En katı olanlarda ise iptal şansınız yok. İyi planlayın.

  • Yorumları okuyun.

Çok kiralanan airbnb evlerinin yorumları da çoktur. Tercih nedeni olmasının avantajları vardır. Ya bölgedeki diğer evlere göre daha ucuzdur, ya ulaşım istasyonlarına yakındır, ya çok temiz ve konforludur. Bu yüzden mümkünse yorumların tamamını okuyun. Evin artıları veya eksilerini bu yorumlardan direk öğrenebilirsiniz.

  • Ev Kurallarını okuyun.

Sigara içmek yasak olabilir. Gece 10’dan sonra gürültü yapmak da. Belki ayakkabılarınızı koridorda çıkarmanızı isteyebilirler. Zor durumda kalmamak için kuralları okumakta fayda var.

  • Pazarlık yapın.

30 gün sürecek konaklamalarda indirim isteyin. Bazı evlerin fiyat Ek Fiyat başlıklı kısımlarında haftalık, aylık indirimleri yazar. Bunlara dikkat edin.

  • Posta kutunuzu kontrol edin.

Kiralama işleminden sonra ev sahibiniz sizi tanımak isteyebilir. Aynı zamanda size şehrin özel noktaları ile ilgili öneri de paylaşabilir. Bunları kaçırmayın. Son dakika iptallerini onlar da yapabilir. Böyle bir durumda paranız iade edilir veya başka bir ev kiralamanız için aktarım yapılabilir. İnsanlık hali sonuçta, değil mi?

 

 

DUBLİN YEME – İÇME REHBERİ

Dublin, İrlandalı grupların müzikleriyle şenlenen barlarıyla ünlenmiş olsa da yemek konusunda da çok başarılı. En başta ülkenin geçim kaynağının hayvancılık. Kırsala olan gezilerinizde çayırlarda özgürce otlayan hayvanları görmeniz, etin lezzetini tahmininize yardımcı olacak. Özellikle fabrikasyon et yediğimiz ülkemizden buraya gelince, kırmızı etin, tavuğun tadını hatırlamak için hep et yemek isteyebilirsiniz :)) Ayrıca yemyeşil çayırlarda gezen benekli ineklerin sütleriyle yapılan dondurmaları, Dublin’e uğrama nedenleri arasında. 

Kısa süren İrlanda gezisinin büyük bir kısmını yeme – içme rehberini hazırlayabilmek için harcadım. Daha öncesinde ince ince araştırdığım restoranlar ve evinde kaldığımız ailenin lokal önerileriyle zenginleşen değerli bir rehber ortaya çıktı. Eğer yolunuz Dublin ‘e ve İrlanda’nın keskin manzaralarına düşerse, bu rehber işinize yarayacaktır. Haydi başlayalım!

BROTHER HUBBARD

İki ortağın önce sadece kahve ve kek ile başlayıp, genişleyen bir menüye hitap ettikleri bir yerdeyiz şimdi. Burası zamanla menüye kahvaltı, öğlen atıştırması, akşam yemeği hatta bir de yemek kitabı ekledikleri bir cafe. İrlanda geleneksel yiyeceklerinden farklı, özgün ve orijinal bir yer. Diyorlar ki; ”Farklı olmayı seçtik. Şüphesiz menüde İrlanda kahvaltısı veya Benedict yumurtası harika olurdu ama biz bu klasiklerden kaçınmaya karar verdik. Öğlen yemekleriyle büyük bir kızartma veya bir şişe Coca-Cola alamayacakları için bazen müşterileri kaybettik ancak çok daha fazla müşteri kazandık. Yiyeceklerin daha fazla yaratıcı olması gerektiğine inandık.” Kahvesi ve kahvaltısını tatmadan asla Dublin’den geri dönmeyin. Mükemmel bir bakış açısı! 

 

SASHA HOUSE PETİTE

Dublin’in ilk Fransız/Slav kahve ve pasta evi. Kendi mikro kavrulmuş kahvelerini üretiyorlar. 250gr’lık paketlerde satışı olan kahvelerden satın alabilir veya minik sevimli atmosferinde lezzetli tatlılarıyla kahvenizi içebilirsiniz.

 

BOBO’S BURGER

Şehirdeki en iyi burgerci. İrlanda sığırlarından yapılma köfteleri birçok farklı seçenekte malzemeyle birleşerek güzel bir menü oluşturulmuş. Her öğlen uğrasak sıkılmadan yiyebilirdim. 4 günlük seyahatte sadece 2 kez uğrayabildik. Salataları ayrı güzel. Keçi peynirli pancarlı salataya bayıldım. Farklı tatlar denemek isteyenler için seçenekler çok. Mesela siz hiç ananaslı burger yediniz mi? :))

Dublin yeme içme rehberi

 

ELEPHANT AND CASTLE

Temple Bar sokağındaki kereviz sapı iliştirilmiş soslu tavuk kanadı sepetiyle meşhur restoran. Menüdeki diğer seçeneklerinde en az onlar kadar lezzetli olması, tavuk kanatlarının popülerliğinin önüne geçemiyor. Bir tabağı asla bitiremiyorsunuz, öyle büyük. Yanına bir şişe Red Ale iyi gidiyor. Yorkshire Pudding ile servis edilen kızarmış kuzu karnı, lezzetten bayılma sebebim olabilirdi. New York’ta da şubeleri var ve çok popüler. Gelmeden önce rezervasyon yapmak şart. Yoksa ortalama 1,5 saatlik bekleme süresi olan listeye isminizi yazdırmak zorunda kalabilirsiniz. İnsanlar bekliyor vallahi. Biz bile bekledik :)) 

 

 

LAS TAPAS de LOLA

İspanyol Anna ve İrlandalı Venessa aileleri ve arkadaşlarıyla vakit geçirecekleri bir yer bulma arayışındalarmış. Arayış, bu İspanyol restoranını açmaları ile son bulmuş. Çocukluğunda tarifleriyle ün salmış Büyükanne Lola’nın yemek pişirme tutkusundan etkilenen Anna’nın, leziz ve çeşitlendirilmiş bir menüye sahip bu mekanı insanı eğlendiren bir havaya sahip. Şarapları ve sangriası harika. Bir tapas cenneti bulmak için aramanıza hiç gerek yok. Garsonları çok ilgili,kibar ve eğlenceli. Rezervasyon yapmak gerekebilir. Yada sırada beklemeye değer, emin olun. 

 

COCOA ATELİER

Çikolata deyip geçmeyin. Çoğu satın aldığımız çikolatanın içinde gerçek kakao bulmak zor. Caco Atelier, Dublin’deki tek özel çikolata butiği ve kakao çekirdeklerini Dominik, Venezuela gibi ülkelerden temin ediyorlar. Çikolatalar, 20 dakika uzaklıktaki üretim mutfağında günlük olarak yapılıyor. Katkı maddesi, koruyucu ve gluten içermiyor. Bir bardak viski yanına iliştireceğiniz Chili biberli çikolataları denenmeli. Makaronlarını ise pembe şampanya ile öneriyorlar.

 

MURPHY’S ICE CREAM

”Yaptığımız çok bir numara yok, sadece en iyi ve taze malzemeyi kullanıyoruz.” diyorlar. Birde nadir bulunan Kerry cinsi ineklerin sütünü tercih ediyorlar. Irish coffe li dondurması dillere destan. 1 büyük top dondurmanın 4 euro olduğunu düşününce, evet biraz pahalı! Ama biliyorum, o serin ve bulutlu Dublin akşamında, bu önerim için bana teşekkür edeceksiniz. 

 

TEMPLE BAR

Burası aslında barlar sokağının bulunduğu bölgenin adı. Ama aynı zamanda turistlerin çok fotoğrafladığı barın da ismi. İçeriden gelen müzik sesleri mi yoksa binanın üstünden sarkan çiçeklermiydi bizi çeken, bilmiyorum. Ama bu bara her turistin en az bir kere adım atmışlığı olması lazım. Bara ulaşan yolun üzerine bira kapakları yapışmış ve öylece kalmış. Dublin’de bar yolları bira kapaklı oluyor, bunu bir öğrenelim önce :))

Barın içinde İrlandalı önemli isimlerin heykelleri mevcut. Elinizdeki slout (siyah) birayı yudumlarken bir bakmışsınız James Joyce ile aynı masada oturuyorsunuz. İrlanda’da bir barda canlı müzik olmazsa orası pub’dan sayılmıyor. Bu bence çok havalı. İrlandalı müzik gruplarının başarısı ortaya çıktığı gibi mekanlara apayrı bir kimlik oluşturuyor. Ada insanı sarhoşluğu seviyor. Asla taşkınlık etmeden ama ayakta da duramayacak kadar sarhoş. Sabahın 6’sında, öğlen yemeği yerken veya akşam 6:30 da pubların kapısından içeri girerken zil zurna insanlar göze çarpıyor. En sevdikleri, Guinness’in gururu siyah bira olsa da denenecek birçok farklı seçenek var. Bira ortalama 5-8 euro arasında.

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

 

İRLANDA GEZİ REHBERİ

Zümrüt Ada’dan Merhaba! Öyle bir ülke hayal edin ki; dünya’nın en retina zorlayıcı yeşilliği bu adaya bahşedilmiş. Uçsuz bucaksız çayır çimende koyunlar sığırlar otluyor. Hepsi özgür, yemek istedikleri kadar yeyip, istediklerinde çayırlara seriliyorlar. Tur otobüsünün penceresinden baktığımda farklı yerlere dağılmış sığırların sağa sola sallanan mutlu kuyrukları olmasa neredeyse hiç hareket etmediklerini düşüneceğim. Sanki pastoral bir tablo gibi herşey. Elimi uzatsam içine gireceğim ve herşeyin bir parçası olacağım. Bu muhteşem! İrlanda Gezi Rehberi başlıyor.

İrlanda Gezi Rehberi

İrlanda’nın hikayesi 1600’lü yılların başlarında protestan İngilizlerin bölgeye gelerek Katolik İrlanda halkını himayeleri altına almak istemeleriyle başlamış. 1916 yılında kurulan Katolik IRA’nın  yıllar süren silahlı mücadelesi sonucu, İngiliz sömürüsü en son 6 Aralık 1921’de sonuçlanmış. Ülke tamamiyle 2’ye bölünerek Kuzey İrlanda, Birleşik Krallığa bağlı kalmış. Güney İrlanda ise başkenti Dublin olmak üzere İrlanda Bağımsız Devleti adını almış. İra’nın (İrlanda bağımsızlık örgütü) bağımsızlık mücadelesi ile birçok kanlı olay yaşanmış. 2005 yılında silahlarını bırakan İra’nın kuruluşundan bu yana 3600 kişinin öldüğü çatışmalarda sona ermiş.

Nüfusunun neredeyse tamamı katolik olan ülke halkının geçim kaynaklarının ilki hayvancılık. İrlanda tamamıyla bir kır ülkesi. Topraklarının üçte ikisini çayır ve meralar oluşturuyor. Sığır yetiştiriciliği başta olmak üzere daha cılız bitki örtüsünde koyun yetiştiriyorlar.

Ülke ılıman bir iklime sahip, okyanus etkisi yüzünden her daim yağışlı. Bu sebeple ülkenin tamamı oldukça ıslak ve yeşil. Bunun yanı sıra çoğu zaman da sisli.

İki tane resmi dili vardır. Galce ve İngilizce. Okullarda İrlanda dili mecburidir. Ama halkın çoğu İngilizceyi ana dili gibi konuşur.

İrlanda’yı tariflemek aslında kolay. İngiltere’yi düşünün, içine çok daha yeşil, daha çok yağmur, siyah bira, barlar ve sıcak kanlı insanlar ve müzik ekleyin. İşte İrlanda bu!

İrlanda Gezi Rehberi

NE ZAMAN VE NASIL GİDİLİR?

Kuzeyde olması sizi şaşırtmasın. Bu adada sıcaklığın sıfır derecenin altına düştüğü gün sayısı çok az. Kışın sıcaklık ortalama 4-6 derece arası değişirken yazın 16-18 derece civarında. Yani yılın her dönemi gidilebilir. Yazın en sıcak zamanlarında bile gitseniz yanınızda mutlaka bir hırka, güneş gözlüğü, güneş kremi ve şemsiye bulunmalı. Hava tam anlamıyla değişken ve sürprizlerle dolu :))

Vize konusu şu şekilde; Ülkeye İrlanda vizesi yada İngiltere vizesi ile giriş yapabiliyorsunuz. Ancak son 6 ay içinde İngiltere’ye giriş yapmış olmanız gerekli. İrlanda Avrupa Birliği üyesi ülkesi olmasına karşın Schengen vizesi kabul edilmiyor.

Türk Hava Yolları’nın İstanbul’dan Dublin’e 4.5 saat süren direk uçuşları mevcut. Havaalanından şehir merkezine giden 2 otobüs firması var. Airlink ve Aircoach. Tek yön 7 euro. Ama eğer isterseniz (bence daha avantajlı) 33 euro vererek 72 saatlik sınırsız bilet alabilirsiniz. Bu bilet; havaalanından merkez (airlink) ulaşımı ve şehir içindeki tüm belediye otobüslerini sınırsız kullanım hakkı veriyor. Her otobüs durağının bir numarası var. Otelinize veya evinize en yakın otobüs durağının numarasını öğrenerek haritadan ineceğiniz yeri takip edebilirsiniz. Tüm otobüslerde ücretsiz internet bağlantısı mevcut. (evet,bu çok çok iyi haber) :)) Ayrıca telefonunuza Dublin Bus uygulamasını indirip kendinize rota oluşturabilir veya durağınıza giden otobüs saatlerini takip edebilirsiniz. Her duraktaki ekranlarda gelecek otobüsün dakikası yazıyor. Ulaşım gerçekten çok kolay. Otobüs,tur aldığınız günlerde yorgunluktan ölecekken ilaç gibi gelecek 🙂 Bu arada kartsız tek yön için 2 euro verdik. Otobüslerde para üstü verme gibi bir kavram da yok, unutmayın.

Bunun dışında Dublin yürüyerek çok kolay gezebileceğiniz bir şehir. Her yer en fazla 20 dakikalık yürüyüş mesafesinde. Bu yüzden 72 saatlik karta ihtiyaç duymayabilirsiniz. Bu arada bu kartı sadece havaalanının içindeki standlardan alabiliyorsunuz. Aşağıdaki örnek fotoğraftaki durak numarası 1942. Önünde duran otobüsler ise 13 ve 40

Turlar için buluşma yeri, Molly Malone Heykeli

NEREDE KALINIR?

Şehir çok büyük değil. Guinness’in bulunduğu yerden başlayarak Grand Canal’ın olduğu iş merkezleri bölgesine kadarki alanda konaklama araştırabilirsiniz. Avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi Dublin’de de oteller biraz pahalı. Biz bu seyahatimizde nihayet Airbnb evinde kaldık. Ali’nin tüm endişelerine rağmen, 16 aylık bebekleri olan bir ailenin yanında konakladık. Ailenin türkçe karşılama notu, lokal restoran önerileri ve Sasha-Rose bebeğin hediyesi bu seçimi iyiki yaptık dedirtti. Evimiz Guinness bira fabrikasının hemen arkasındaydı. Eğer bu deneyimi sizde yaşamak isterseniz İdeal Airbnb Evi Bulma yazısına mutlaka göz atın :))

airbnb evi bulma

NASIL GEZİLİR?

Eğer ülkeyi tam anlamıyla gezmek ve tanımak istiyorsanız en az 5 gün ayırmalısınız. Biraz koşturmalı bir seyahat olsa da, adanın dört bir çevresini gezmenize yetecektir. Gitmeden önce internetten tur satın alabilirsiniz. Ayrıca birçok müze ve binalara giriş için de online bilet almak hem zamandan hem de nakitten tasarruf ettirecektir. Biz, gelmeden önce Kuzey İrlanda ve Batı bölgeleri turu için Viator‘dan bilet almıştık. Tur şirketlerinin çoğu Irish Day Tour’a bağlı. Buluşma yeri ve ayrıntılar için Satın alma işleminden sonra buluşma yeri ve ayrıntılarla ilgili bilgi maili gönderiyorlar. Ücrete yemek ve içecek ücretleri dahil değil. Gidilen yerler için mesafe uzun ve buluşma saati genellikle sabah 6:30’da. Dönüş saati çoğunlukla akşam 8:00’i buluyor. Yani çok ama çok yorulacaksınız. Atıştırma, kahve ve tuvalet molaları veriliyor panik olmayın. :))

Bizim programımız 4 günlüktü. Ama 5 yapsaydık çok daha rahat edecektik. Çünkü Cork şehrini ve Phoenix Park’ı göremedik.

1.GÜN :

  • Dublin Kalesi
  • Trinity Collage ve Old Library
  • Grafton Caddesi
  • Stephen Green Park
  • Temple Bar

2. GÜN :

  • Kuzey İrlanda Turu: Dunluce Castle, Giant’s Causeway, Carrick-a-Rede Rope Bridge, Dark Hedges ve Belfast

3. GÜN :

  • Batı İrlanda Turu- Galway Bölgesi : Cliffs of Moher, The Burren, Dunguaire Cestle (kinvarra), Galway

4. GÜN

  • Guinness Storehouse
  • Christ Church Cathedral
  • St. Patricks Cathedral
  • O’Connell Caddesi
  • Mary Caddesi

5. GÜN

  • Cork şehri turu (güney irlanda) yada Phoenix Park

Dublin Kalesi‘nin içine girmedik. Bence kaleye dışarıdan bakmak ve etrafında yürümek daha güzeldi. Kale 13.yüzyılda inşa edilip çok kez yenilenmiş. Zamanında Vikingler ve İngilizlerin kullandığı kale iyi fotoğraf kareleri oluşturuyor.

Trinity Collage, Jonathan Swift, Oscar Wilde ve Samuel Beckett gibi Dublin’li birçok ünlünün mezun olduğu prestijli bir üniversite. Kuruluşu 16.yüzyıla kadar dayanıyor. Kampüs alanı çok büyük ve yeşil. Farklı yerlerinde Dublin’li matematikçi, yazar veya siyasetçilerin heykelleri bulunuyor. 200 bin kitabın bulunduğu fantastik bir kütüphanesi var. Harry Potter’ın da çekimlerinde kullandığı kütüphaneye bakmaya doyamadım diyebilirim. The Old Library içinde aynı zamanda Book of Kells ‘in bulunduğu bir müze var. Book of Kells; Kelp rahiplerin MS 800 yılında yazmış olduğu 4 incilin bulunduğu el işlemeli kutsal kitap. Sırf bu sebepten Hristiyanların yoğun ilgisini görüyor. İçeri giriş 13 Euro.

Burası gerçek bir edebiyat şehri. Zengin bir edebiyat mirasına sahip. Unesco tarafından ”edebiyat başkenti” seçilmiş. Parklarda çimlere yayılmış gençler ellerindeki kalın kitapları okuyorlar. Her köşede hatta pubların içinde bile yazarların heykelleri çıkıyor karşınıza. Bu şehirde insan edebiyattan ölebilir. Şiir yazar şair olur, geleneksel irlanda hikayeleriyle roman yazar. O kütüphaneden çıkmaz, araştırmaktan öğrenmekten delirir. Okur, okur. Biraz Samuel Beckett’tan, biraz Oscar Wilde’den ama çoğu zamanda James Joyce’dan birşeyler. Kimse İrlanda’yı Joyce kadar anlatamasa da dener, yazar, karalar. Mutlaka elin kaleme kağıda değer. Bu ülke, bu şehir insana bunları yapar.

Grafton Caddesi, şehrin en ünlü caddelerinden biri. Sağlı sollu mağazaların bulunduğu trafiğe kapalı cadde alışveriş meraklılarının seveceği bir yer. Buradan yürüyerek Stephens Green Park‘a ulaşabilirsiniz. İçinde küçük bir göl ve çokça ördek göreceğiniz park en eskilerinden bir tanesi. Çimlerine uzanıp biraz dinlenebilirsiniz. Hazır şehrin bu tarafındayken, Las Tapas de Lola‘ya uğrayıp enfes tapaslarından yiyebilirsiniz. Dublin yeme-içme rehberini farklı bir yazı da anlatacağım.

Temple Bar, aslında bir bölge adı. Barlar bölgesi. Ama içinde Temple Bar adında bir bar da var. Ve burası turistler tarafından en çok fotoğraflanan popüler bir bar. Öncelikle şunu söylemeliyim. İrlanda’da bir pub’da eğer canlı müzik yoksa onu pub’dan saymıyorlar. Yani girdiğiniz tüm barlarda mutlaka canlı müzik oluyor :)) İrlandalı müzik gruplarının ezgileri sokakları şenlendiriyor. Asla rahatsız edici bir gürültü değil. Tam aksine müzik duyduğunuz anda içeri girmek bir bakıvermek istiyorsunuz. İçerisi tıklım tıklım, kapının önüde. Çoğu İrlandalı siyah birasını alıp kapının önünde sohbete başlıyor. Binalardan rengarenk çiçekler sarkıyor. Herkes sarhoş. Gündüz bile sarhoş. Ama hiçbir taşkınlık yok. Buraya gelmeden okuduğum bir yazıda spor salonlarının kapısına ”lütfen sarhoş gelmeyin” tabelası konduğunu okumuş ve çok gülmüştüm. Şimdi daha iyi anlıyorum. Onlar sarhoşluğu gerçekten seviyorlar. :))

KUZEY İRLANDA

İngiltere’ye bağlı, başkenti Belfast olan ayrı bir ülke. Burada euro kullanılmıyor. Marketten su bile alacak olsanız cebinizde pound olması gerekli. Kasada duran çocuğa 2 euro uzattığımda, suratıma ona küfür etmişim gibi baktığını hiç unutmuyorum. Durumun Güney ve Kuzey İrlanda arasındaki husumetten kaynaklandığının da farkındaydım aslında. Bölgeye geçerken herhangi bir vize, pasaport kontrolü olmuyor. Bu bölgeye Viator’dan aldığımız günübirlik tur ile ulaştık. Giant’s Causeway turuna iki kişi için 130 Euro ödedik. Gidiş yaklaşık 3,5 saat sürüyor. Sabah 6:15 te buluşma yerine ulaşmak için 5:30 da yola koyuluyoruz. Bu saatte otobüs olmadığı için evimizden merkeze 30 dakika yürüyoruz. Her yer kapalı. Bir yer hariç. Buluşma noktasına yakın olan Keoghs Cafe. Buradan sıcak bir bardak kahve ve bir parça kek alıp bekleme yerine geçebilirsiniz.

The Dark Hedges, Game of Thrones sevenlerin hatırlayacağı esrarengiz bir yer. Arya Stark’ın Gendry ve Hot Pie ile King’s Landing’den kaçtığı yol sahnesini hatırlayan var mı? Dizide karanlık ve sisli olan yol, şansımıza güneşli ve pırıl pırıldı. Sağlı sollu kayın ağaçlarının sakladığı yol biraz korkutucu, biraz da ilginç bir görüntü oluşturmuş. 300 yıllık kökleri üzerinde duran bu eski kayın ağaçlarının her an canlanacağını bekleyerek yürüyorsunuz yolda. Onlar sanki dallarını birbirine uzatarak fısıldaşıyor gibiler. Büyülü yolun sonunda bir ev var. Bahçe kapısı geriye kadar açık. 18. yüzyılda yaşayan Stuart ailesi malikanelerine giden bu yola dikmiş kayın ağaçlarını. Amaçları evlerine gelen misafirleri etkilemekmiş. Misafirleri bilmem ama biz bu Karanlık Çitler’den gerçekten çok etkilendik.

Carrick-a-Rede Rope Bridge: Atlantik sularının İzlanda’yaa bakan bu kuzey yamaçlarında, ana karadan kopmuş bir adaya bu halat köprüyle geçiliyor. Somon avlamak için adaya gelen balıkçılar bu halat köprüyü tam 150 yıl önce yapmışlar. Zamanla turistleri kendine çeken bu tatlı-sert köprü 2004’te turist akınına uğrayınca yenilenmek zorunda kalmış. 2008 de de yenilenmiş. Çok rüzgarlı bir bölge olduğundan biraz sallanıyor. Uzunluğu 20 metre olsa da üzerinden yürürkenki his çok daha uzun hissettiriyor. Yağmur olmadığında daha az korkutucu. Yani endişe etmeye gerek yok. Ama siz yine de google’a ”dünya’nın en tehlikeli köprüleri” diye aratıp listeye bir göz atarsanız, günah benden gider. :))

Rope Bridge

Köprü’yü öyle böyle geçebildikten sonra :)) manzara inanılmaz! Burada hiçbir şey yapmadan ve hiç konuşmadan 5 saat oturabilirdik. İkimizde aynı fikirdeyiz Ali ile. Turla gitmenin en olumsuz yanı bu sanırım. Daha fazla kalmak istediğiniz bir yerde kalamamak. Bu arada yurt dışındaki 2. tur deneyimimizdi. İlki gibi (Cape Town) memnun kalmış olsak da sevdiğimiz yerlerde daha çok kalamamak  yine en çok ofladığımız şey oldu.

Giant’s Causeway; Efsaneye göre; Çok uzak zamanlarda burada yaşayan İrlandalı Dev FINN MCCOOL İskoçyalı devi alt edebilmek için denize bu taşları koyar ve kendine bir yol oluşturur. İskoçya’ya gidip uyuyan devi görür. Devin karısı telaş içinde uyuyanın bebekleri olduğu yalanını uydurur. Dehşete düşüp hayatından endişe eden Finn, İrlanda’ya geri dönerek arkasında inşa ettiği yolu talan eder. Bilimsel açıklamasına gelirsek de; birkaç milyon yıl önce volkanik patlama sonucu oluşmuş lav birikintilerinin soğuyup büzüşmesi sonucu oluşan taşlardır. Çoğu altıgen olan bu taşların böyle simetrik oluşması burayı en ilginç kılan şey olmuş. Ali kesinlikle hiçbir açıklamaya inanmayarak kendi hikayesini yazdı ve buranın uzaylılar tarafından yapılmış olacağına inandı. Giant Causeway’i ziyaret eden doğabilimci Joseph Banks ise, tüm bunlar için “basit oyuncak evler …” ifadesini kullanmış. Belki o da benim gibi orijinal hikayeye daha çok inanmak istemiştir, kim bilir?

Dunluce Castle; Uzun süredir ıssız olan bu kale, ortaçağdan kalma ve büyük bir kısmı yıkık. Bu durum, uçurumun tepesindeki kalenin heybetinden hiçbir şey eksiltmemiş olacakki, Greyjoys’un demir ada sahneleri bu kalede çekilmiş. Elbette bir çok filmde olduğu gibi  CGI (Computer – generated imagery, yani bilgisayarla yaratılmış görüntü) kullanılarak kalenin tamamlanması sağlanmış. Teknoloji, mükemmel birşey!

Belfast; Kuzey İrlanda ülkesi’nin başkenti. İrlanda ile yıllar süren çatışmaların en çok can aldığı şehir. Çatışmalar ile ilgili birçok duvar resmi mevcut. Kuzey’in tamamı gibi biraz hüzünlü ve garip bir his uyandırıyor. Yaşananlar her duvar resminde aklınıza geliyor.  Aksanları delice, bazen hiçbir şey anlamıyorsunuz. Parlamento Binasının bahçesinde oturabilir, alışveriş caddelerini gezebilirsiniz. Ayrıca Titanic’in İrlandalı gemi ustaları tarafından yapılıp denize indirdikleri limanı görebilirsiniz. Bir İngiliz’in konuşmasından örnek;

– belfastta 2 sene yasadim, ama katoliklerin yasadigi kisimlara hic gitmedim.
– neden?
– ingiliz oldugum anlasilirsa, benim icin iyi olmazdi cunku.
– nereden bileceklerki ingiliz oldugunuzu?
– aksanimdan anlarlar.
– ben gitsem bir sey yaparlar mi peki*?
– hayir -gulerek-, cunku sen ingiliz degilsin.

BATI İRLANDA

Cliffs of Moher; Galway bölgesindeki bu turu almamızın sebebi dünyada görülmesi gereken noktalardan biri olan Cliff of Moher’di. Yırtıcı Atlantik Yolu olarak adlandırılan sürüş yolunun bir parçası. Falez yüksekliği  214 metreyi bulabilen ve Atlantik kıyısı boyunca 8km uzanan Moher uçurumları şaşkınlık verecek kadar güzel. Uçurumun kenarında esen rüzgara karşı koyabilmek ve aşağıdaki kayalara çarpan dalgalara bakabilmek cesaret istiyor. Çimler genellikle ıslak ve çok yumuşak. Hatta bazı yerlerde bastığınız yer içeri batıyor. Uçurumdan aşağı bakarak fotoğraf çekileceğim diye fazla riske girmeyin. Çünkü toprağın kopma riski var. Giderken iyi bir bot giymek ve yağmurluk almak yapılacak en iyi şey. Manzara dehşet verici. Uzun süre kalıp izlenilesi.

The Burren; Atlas okyanusu kıyısındaki bu yer 350 yıl önce bir deniz tabanıymış. Yıllar sonra yüzeye çıkan bölge buzul çağını da geçirdikten sonra bu hale gelmiş. Taş yüzey çok büyük bir alanı kaplıyor. Böylesi bir arazide bile inatla yaşam bulan çiçekler, umudun olduğunu bana hatırlatan ayrıntılar.

Doolin; Moher uçurumlarına yaklaşık 7 km mesafedeki minicik şirin köy. Küçük olduğuna bakmayın, yeterince kalacak yer, restoran, pub ve mağaza mevcut. Şehri görüp gezdiğimiz için tekrar gelecek olsak şehirde kalmak yerine böyle bir kırsalda kalmayı tercih ederiz. Görünce siz de seveceksiniz. Öğlen yemeğini bu kasabadaki bir restoranda yedik. Fish and chips tazecik ve lezzetliydi. 

Galway; Asırlık binalar, şirin barlar ve sokak müzisyenleriyle bayıldığımız bir şehir. Guinness şanını burada yerel biralara devretmiş. Çok çeşitli yerel biralar tatmak için barmenden yardım isteyebilirsiniz. Buna çikolatalı sütlü olanı da dahil :)) Alışveriş caddesinde 14’üncü yüzyıldan kalma Lynch’s Castle’a uğrayın. Yapı 1930 larda restore edilmiş. Şuanda AIB Bank kullanıyor. Birçok ev yapımı dondurmacı ve şirin butiklerin olduğu caddede İrlandalı müzisyenler çok başarılı. Uzun süre onları dinlemek için zaten azıcık olan zamanımızı kullandık. Yakında youtube kanalındaki ilgili başlıklı videodan izleyebileceksiniz. Çok şanslısınız ;))

Guinness Storehouse; Dublin’i Dublin yapan en önemli şeylerden biri  1759 Yılında Arthur Guinness tarafından kurulan bu fabrika. Üretim halen burada yapılmakta olup, storehouse müze olarak kullanılmaktadır. Kapıda giriş ücreti 20 euro. Online alırsanız 14 euro. 7 katlı bu binada bitkilerin hasadı, fermantasyon süreci, fıçıların yapımı, tadım, hatta bir guinness bardağına birayı doldurup servis etme şeklini bile öğreniyorsunuz. Barın arkasına geçip stout biranızı kendiniz dolduruyorsunuz. Tabii belli şartları var. Eğer başarılı olursanız, size bir sertifika veriyorlar. Giriş ücreti pahalı gibi görünse de kendi doldurduğunuz buz gibi bira eşliğinde, en üst kattaki Gravity Bar’ın 360 derecelik Dublin manzarası size herşeyi unutturuyor. Siyah Bira (Stout) en çok tercih edilen. Burada ortalama 3 saat harcayacağınızı hesaba katın. Şimdi, Cheers!!! :))

O’Connell ve Mary Caddeleri şehri ikiye ayıran Liffey nehri’nin diğer tarafında kalıyor. Bu nehir üzerinde birçok güzel köprü var. Her biri fotoğraflanmayı hakediyor. O’Connell şehrin alışveriş caddelerinden biri. Mary Caddesinde ise güzel butikler var. Alışveriş tutkunları buralara mutlaka uğrasın. Ayrıca google, facebook ve airbnb binaları da Dublin’de. Önceden randevu alarak binaları gezebilirsiniz.

Dublin

SON OLARAK;

Keşke burada kalıp daha çok leprikon avına çıksaydım. Daha çok siyah bira içip, zihin uçuran manzaralarda daha çok hayale dalsaydım. Adanın özgürlük mücadelesi hikayelerini, kızıl saçlı renkli gözlü insanlarından tekrar tekrar dinleseydim. Çayırlarında otlayan koyunların arasına uzanıp daha çok James Joyce okusaydım.

Tekrar geldiğimde; gökkuşağının sonundaki evde yaşayan yeşil cini bulup, yakalayacağım. Eğer gözlerimi hiç kırpmadan ona bakabilirsem asla kaçamayacak ve onu serbest bırakmam karşılığında 3 dileğimi gerçekleştirecek. 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

İrlanda Gezi Videosu 

PANCARLI KARABUĞDAYLI KREP

Değeri bilinmeyen pancar, güzel pancar ♥  Size yaptıklarını, yapacaklarını bir bilseniz asla vazgeçemezsiniz. :)) Kalp hastaları, sözüm size. Güzellik meraklıları, cildine dikkat eden, daha genç görünsün isteyen, sözüm size de. Pancarın yaptıklarından kısaca söz edelim. Pancarlı Karabuğdaylı Krep tarifine sonra geçelim.

Öncelikle her ”mor” olan sebze ve meyvenin yaptığı gibi bir ”antioksidan” deposu! Bu demek oluyor ki, gençlik iksiri. :))  Zamanla yavaşlayan hücre yenilemesine yardımcı olan en değerli şey bu antioksidanlar. Aynı zamanda çok güzel bir ”nitrik oksit” kaynağı. Bu ne yapar? Damarlarınızı açar ve kan dolaşımını arttırır. Açılan damardan oksijen daha rahat geçer ve kalp krizi riskini önemli ölçüde engeller. Nitrik oksit, aynı zamanda spor yapanlar için dayanıklılık ve kuvvet sağlar. Bağışıklı sisteminin tümör ve bakterilere karşı korumasına destek olur. Günümüzde özellikle tümör hastlıklarının çoğaldığı bir zamanda pancar’ın bu özelliği altın değerinde değil mi? Yoğun lif içermesi, glukoz seviyesini düşürerek diyabete karşı koruması ve cildi nemlendirmesi ise bonusları. Şimdi gel de bu pancarı sevme :))

Pancarla yaptıklarım arasında şunlar var.

  1. Yoğurtlu Pancar. Çiğ rendelenmiş pancarı sarımsaklı yoğurtla karıştırıyorum. Yemeklerin yanına birer dolu kaşık koyuyorum. Ve bayıla bayıla yiyoruz.
  2. Pancarlı makarna. Kendi yaptığım makarnanın hamuruna pancar suyu karıştırıyorum ve pembe makarnalar elde ediyorum :))
  3. Pancarlı çorba. Balkabağı çorbası tarifine benzeyen bir tarifim var. Balkabağı yerine pancar koyuyorsunuz :)) Mor-pembe çorbayı sevgililer günü menüsüne ekleyin ♥ :))
  4. Pancarlı Smoothie. Meyvelerle tatlandırılmış. :))
  5. Pancarlı Krep. Glutensiz ve sütsüz harika bir tarif. Nasıl yapıldığını az sonra okuyacaksınız :))

Pancarlı Karabuğdaylı Krep

MALZEMELER

  • 240 ml (1 büyük kupa) pancar suyu
  • 2 yumurta
  • 175 gr Karabuğday unu
  • Yarım çay kaşığı deniz tuzu
  • 2 yemek kaşığı Zeytinyağ
  • 90 ml su
  • Kızartmak için hindistancevizi yağı

İç Malzeme İçin;

  • Avokado ♥
  • Salatalık
  • Roka
  • Karışık tohumlar (istediğiniz herhangi biri,ben çekirdek koydum)
  • Limon suyu

HAZIRLANIŞI

  1. Tüm krep malzemesini pürüzsüz bir kıvam alana kadar karıştırın. (Pancar suyu için; küçük boy bir pancarı soyup, parçalayıp 2 büyük kupa suda haşlayın. Sonrada blender dan geçirin.)
  2. Krep tavasına yarım çay kaşığı hindistan cevizi damlatın. İyice ısındıktan sonra, istediğiniz boy bir kaşık-kepçe ile dökün. Arkalı önlü pişirin.
  3. Pişen Pancarlı Karabuğdaylı Krep içine istediğiniz malzemeleri dilimleyip koyabilirsiniz. Benim tarifimde limonlanmış avokado dilimleri, uzun ince doğranmış salatalık, ay çekirdeği içi ve roka var. Eğer varsa içine biraz humus sürebilirsiniz.

Afiyet Olsun.

Fotoğraflar: Tuğçe TÜZÜN