PHUKET GEZİSİ

İlk defa ayrı koltuklarda uçuyoruz Ali ile. Bizimkinin hafif uçak gerginliği var. Umarım elimi tutmadığı için tedirgin olmaz diyorum. Thai Airways’in yemek servisi ile ilk içinde ne olduğunu bilmediğim Thai sandwichini mideme indiriyorum. Balık,mayonezli bir sos ve ananas. Ananas demişken, galiba hayatımızda yemediğimiz kadar cok yedik burada. Öyle güzel kokuyor ve öyle lezzetli aroması var ki. İçimizde küçük bir ananas ağacı olabilir.  Otelimiz Phuket, Patong Beach’e 10 dakika uzaklıkta tepede bir yere kurulmuş Avista Hideaway! İlk gün Phuket teki birçok tur firmasından seçtiğimiz biriyle adalar turumuza gidiyoruz. Her tur şirketinin olanakları aşağı yukarı aynı, ücretleri farklılık gösteriyor. Bu ülkede pazarlık yapamayanı sınırdan almıyorlar 🙂 Her şey pazarlıkla yarı fiyatına rahatça düşüyor.

İlk durağımız Phi Phi adasındaki Maya Bay’dı. Burası Leonardo Di Caprio’nun The Beach filminin çekildiği kumsal. Hayatımda görmediğim belkide bir daha göremeyeceğim güzellikteki küçük cennet. Tarifsiz bu un kıvamlı kumlara ayak basmak doyumsuz bir duygu. Sadece geldiğimiz zaman birçok tur teknesi de geldiği için çok kalabalık oluyor. Herkes inanılmaz mutlu ve şaşkın. Biz ise; doyamadık, doyamadık.

Tayland ‘da ne bir taşkınlık, ne bir saygısızlık ne de yükselen seslerle karşılaştık. Herkes mai pen rai (boşveeerr) durumunda. Birbirlerine büyük bir hoşgörü gösteriyorlar. İnsanları eleştirmek, azarlamak, kavga etmek ayıp sayılmakta. İnsanlar birbirlerini selamlarken ellerini çenelerinin altında birleştirerek başlarını hafifçe eğiyorlar. Bu çok tatlı bir görüntü bence :)) Ayrıca transeksüel, travestiler hiçbir şekilde dışlanmadan her türlü işte çalışabilmekte. Zaten öyle ki, gördüğünüz süper fizikli hatunun aslında bir travesti olduğunu anlamak bazen çok zor olmakta.

PHUKET’TE SAFARİ

Fil safarisi; yine günün erken bir saatinde başladı. Biz yine lüks bir tur aracı beklerken gelen arkası açık sadece ustu kapatılmış bir kamyonetle ufak bir şaşkınlık yaşadık. Tabii bu tur biraz safari tadında olunca araçta ona göre oluyordu. Adanın iç kısımlarında orman içindeki tesis küçük ve köhneydi. Hemen bizi asma kat gibi yaptıkları yüksek bir alana aldılar. Terlikleri çıkardık ve sıramızı bekledik. Filler sırayla o yükseltiye yaklaşıp sırtlarındaki insanları indiriyor ve yenilerini sırtlarını alıyorlardı. Umarım şuan filimizin başına oturmuş bizi gezintiye çıkaran Bob Marley kilikli Filipinli işinin ehlidir diye umarak fil gezimiz başladı.

Fillerin üzerine oturttukları koltukta bizi güvence altına aldıklarını düşündükleri tek şey; bacaklarımızın üzerinden geçen halattı. Aklımdan gecen düşme, yuvarlanma ve kafamı kırma senaryoları Filin beni ezme düşüncesiyle şiddetleniyor ve kendi içimde müthiş bir korku filmi yaşıyordum. Arazi öyle engebeli ki o koca fil o yokuşlu patikadan aşaği doğru inerken her yerdeki dışarı fırlamış ağaç köklerine ayağı takılmasın diye dua ederken, fillerin dikkatli olup olmadıklarıyla ilgili izlediğim belgeselleri hatırlamaya çalışıyordum. Yaşadığım sıkıntı kelimelerle ifade edilemeyecek hızla ilerliyor ve dönüş yolunun daha kestirme olmasını dilerken dayanamadığım noktada filden inmek istesem bunun mümkün olmadığını  anlayarak kaderime razı olmam gerektiğini kendime kabullendirmeye çalışıyordum.  İste ben bu haldeyken sonunda fil sürücüsü Bob yüksek bir alanda filden atlayarak telefonumuzu istedi. Fotoğraf çekeceğini söyleyen sürücünün dediğini ikiletmeden yaptık ve en azından durduğumuz için derin bir nefes aldık.

Bizi minik bir fil yavrusu bekliyordu. Biraz daha muz alip onu beslemek için yanına yanaştığımda hortumunu boynuma sarip bana verdigi ateşli opucukle kendime geldim :)) O sırada ilerde dikkatimizi çekmeye çalışan bir maymun, sahibinin gülücüklerle bize bir şeyler sormasıyla başlattığı iletişimi, ne olduğunu anlamadan kucağıma oturup son aşamada fotoğraf makinasını birlikte tai selamı vermemizle sonlandırdı. Kazandığı 100 baht bahşişi ise Ali’nin elinden aldığı gibi sahibine ulaştırdı. Phuket te hayvanlar alemi gerçekten çok heyecanlı :))

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

UZAKDOĞU’NUN İNCİSİ BANGKOK

Asya. Ne güzel isim. Batının burnu büyüklüğünün yanında çok sıcak,samimi ve güleç. Sanırım çiçekleri en çok seven ülke burası. Kocaman gökdelenlerinin arasında parlayan tapınakları,çılgın trafiği,boğucu havası, gelişmiş skytrein rahatlığı, enfes tropik meyvelerinin yanında sokaklarda pişen envai çeşit hayvanın etinin bilmem kaç derece havaya karışan ağır kokusu, eğlenceli olduğu kadar çokça tehlike saçan tuktukların çılgın kalabalık halleri… ve tabii gün içinde sizi kazıklamak isteyen adam sayısının en çok olduğu ülke 🙂 Bangkok, Melekler Şehri!

Budizmi iliklerinize kadar hissedebileceğiniz tapınakları fazlaca gösterişli parlak altın varaklar ve çeşitli değerli taşlarla bezenmiş. Başınızı çevirdiğiniz her yönde gözünüze ilişen buda heykeli, çiçek demeti, su akan çeşmeler, renkli taşlarla giydirilmiş filler ve altın kubbeler,nefesinize karışan tütsü dumanının etkisiyle başka bir dünyada gözüküyor.

Ortasına düştüğünüz bu şehire alışmak biraz zaman ister. Ve şehir sizi isterse, Bangkok’u gerçekten çok seversiniz. 5 türkün 4ünün yemeyeceği sokak yemeklerinin hijyeni sizi alakadar etmezken, gökdelenlerin ara sokaklarına gizlenmiş özel kahve dükkanları şehrin karmaşasına biraz ara vermeniz için sizi davet eder. Eğer şehri yaşamayı isterseniz, Bangkok size kendini yaşatır.

Aklınızda Bulunsun;

Nisan ayında Songkran Su Festivali oluyor. İnsanlar ellerinde su tabancaları ve kovalarla birbirini ıslatıyor. Yol kenarında dükkan sahipleri bahçe hortumlarıyla beklerken karşıdan size gülümsüyor. Islatmadan hemen önce ellerinizi çenenizin altında birleştirip selam verirseniz hemen hortumu veya su dolu kabı yere bırakıp selamınıza karşılık veriyor 🙂 Biz su dan kaçmanın yolunu bu sayede bulmuştuk. Ancak inanışlarına göre bu adet ıslanan kişiye iyi şans getirdiği için festival zamanı sokağa çıkıyorsanız ıslanmama şansınız neredeyse hiç yok. Songkran; yenilenme ve kötülükleri temizleme bayramıdır.

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün